Anneannemin köyünde çocukluğumda bütün evlere girip çıkardık. Çekingen bir çocuktum, başka insanların hayatını gözlemek doğamda vardı ama onlara karışmaktan hoşlanmazdım. Ama köyde herkes birbirini tanır, yoldan geçerken bile bir nefeslik sohbet için birbirlerini ağırlardı. O yüzden ben de aralarında kaynar, ev sohbetlerinde onların konuşmalarını bazen şaşkınlıkla dinlerdim.

Annemin akrabalarından birinin evine gitmiştik bir keresinde, kadının kocası uzun zamandır, neredeyse bir insan ömrü hapiste kalmıştı, kadın kayınpederi ve çocukları ile yaşamış kocasını beklemişti. Adam hapse girdiğinde çocukları çok küçükmüş kadının, atalarının evi olan ahşap bir evde yaşıyorlarmış.

Onların evine gittiğimizde iki katlı evin verandasında oturup evin ne kadar güzel olduğunu konuşurken, kadın eski evde yangın çıkmıştı hatırlıyor musunuz, dedi. İlk önce yangını ben fark etmiştim ama kayınpederimle konuşmuyorum o yüzden bahçede olan adama evin tutuşan yanını nasıl göstereceğimi bilememiştim. Evde ikimizden başka çocuklar vardı onlar da küçük, omzuna dokunmuştum babamın ilk defa, çekip götürmüştüm tutuşan mutfağın yanına, ne çok telaşlanmıştım demişti.

Evlendiği günden beri Çerkes adetleri yüzünden kayınpederinin yanında sofraya oturup yemek yememişti kadın, çocuklarını onun yanında kucağına almamış, kocası yokken bu durum değişmemiş, evi yanarken bile kayınpederine seslenmemişti. Bu durum bana çok gereksiz görünmüştü. Böyle bir adeti anlamsız bulmuştum.

Şimdi saygının sınırlarını çizmek açısından gayet güzel bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü artık biliyorum dinler, kültürler insanları yönlendirmek için varlar. Elbet herkesi yönlendirmek için değil ama herkes de herkes değil. Kimini yönlendirmek, ödüllendirmek gerek.

Sadece Çerkeslerde değil birçok milletin kültüründe büyüklerle saygı manasında konuşulmadığını, onların yanında çocuklara aşırı sevgi gösterilmediğini, kuralların olduğunu biliyorum. Kocalarının çocuklarının isimlerini büyüklerin yanında yüksek sesle söylemeden, anmadan ölen gelinler olduğunu biliyorum.

Bugün sosyal medyada bir haber vardı, Bursa da dört aylık evli gelin, kendisine tacizde bulunduğu için kayınpederini 11 yerinden bıçaklayıp öldürmüş.

Kayınvalidesi kızına kalmaya gitmiş, kocası gece vardiyasındaymış. Kayınpeder evde yalnız olmalarından yararlanıp genç kadını taciz etmiş.

Annem gençlerden bahsederken ateşle barut yan yana olmaz derdi. Bu lafı sevmezdim fesat akılların durduk yere insanları zan altında bıraktığını düşünürdüm. İnsan büyüdükçe, öğrendikçe böyle özet cümleleri daha iyi anlıyor.

Bir dergide okumuştum. Anne babalar 0-1 yaşında bile çocuklarını yanlarında yatırmamalıymış, çünkü insanlar uyandıklarında kendiliğinden uyanan cinsel duygularla güne uyanırlarmış o bilinçsizlik hallerinde yanlarında olanın kimliği önemliymiş. Zaten artık biliyoruz ki davranışlarımızın nedeni de bilinçaltımız o yüzden riske girmek gereksiz.

Sürekli gittiğim kuaförde manikürcü kadın, geçmiş aile yaşantılarından bahsettiğimiz bir gün, şimdi haline şükrettiğini, kendi yağı ile kavrulmaktan çok memnun olduğunu söylemişti.

Dört abisi ile aynı odada yatarlarmış çocukluğunda, hiç kendi odası olmamış. Hep huzursuz uykulara yatmış evlenene kadar, derin uykulara dalmamış, o kadar gergin olurmuş ki uykuya dalarken, tüm bedeni kasılırmış.

Kocasıyla severek evlenmiş ama onu uzun süre yanına yaklaştırmamış. Onu ne zaman tanımış, güvenmiş o zaman uzanmış yanında keyfince, tedirginliğini üstünden atması çok zaman almış. Şimdi kendine bir yatağı, evi olduğu için şanslı ve özgür mutlu hissediyordu kendini.

Bazen aileler çocuklarına hem her şeyin bir tehdit olduğunu hissettirirler hem de o tehdit gördüklerinin içine atarlar çocuklarını. Bunun sebebi çocuklarını bir unsur olarak görmeleridir. Saksıdaki çiçekten pek farklı değildir çocukları, güneş alıyorsa, suyu da zamanında veriliyorsa problem yoktur onlar için. Oysa evdeki çiçekler bile evin enerjisinden etkilenip bazen ölmeye yatarlar.

Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın kitabını henüz almadım, aslında pek de istekli değilim. O kadar çok kitabını okudum ki sanki artık bana söyleyecek yeni bir şeyi yokmuş gibi geliyor bana. Okuyanlar onun kitabını ülkemizde ensest ilişkisine değindiği için kınadılar, kızdılar, kendilerinden olmayanı kötü ilan edenler, zekasını küçümsedi, her zaman yaptıkları gibi. Bunlara itibar etmiyorum çünkü ben onun zekasına hayranım, kendi ifade ettiği kelimelerin duygusal yoğunluğunu seviyorum, onun hayattaki inceliğini seviyorum. O yüzden onu küçümseyenleri zerre kadar umursamıyorum.

Ve biliyorum ki insanlar zihinlerindekinin bazen yüksek sesle yüzlerine söylenmesinden hoşlanmazlar ve ben buna bayılıyorum. Onların akıllarından geçeni hatta bazen benimle ilgili olanı yüzlerinden okuyup önce söylemeyi seviyorum.

Bir arkadaşımın bileklerinde kesikler görmüştüm, o bakışlarımdan dolayı açıklamak zorunda kalmıştı. Gençliğimde kendimi suçlu hissettiğim zamanlarda kendimi keserdim, bunlar onların izi demişti. Babasının arkadaşı, her gün evlerine gelen aile dostları onu ergenlik çağında taciz ettiğinde önce annesine söylemiş, annesi kızmış, azarlamış kızını, yalancı olmakla suçlamış. Babası da kızınca intihar etmiş 14 yaşında, hastaneye gelen annesi gözlerini açtığında onu yine azarlamış. Ailemizin yüz kararsı demiş, rezil ettin bizi kolu komşuya.

O da kendini sevmeyi öğreten insanlarla tanışana kadar hayat onu zihninde hep sıkıştırdığında kendini kesmiş. Muhteşem şeyler yazıyordu. Yazmayı öğrenmişti sıkıştığında kesmek yerine yazıyordu ben onu tanıdığımda. Bunları sadece okuttum demişti. Çok akıllıydı, zekasını sevmiştim. Neşeliydi ve hayat doluydu ama bunun için erkenden çok dolması gerekmişti.

Kayseri’deki taciz olayından bir hafta sonra ebeveyn banyosuna girip babasının tabancası ile kendini öldüren 17 yaşındaki lise öğrencisinin aynı okulundan bir erkek çocuğu da bu hafta kendini evlerinin penceresinden atıp intihar etmiş. Belki arkadaşının durumuna üzüldü. Belki de gerçekten dendiği gibi psikolojik sorunları vardı. Hayat ona ağır geliyordu, kimsenin bakmadığı yerlere bakması yüzünden.

Tanrılar Okulu diye bir kitap okuyorum, orada diyor ki aslında hastalık diye bir şey yokmuş. Hastalıklar bizim oluşumuza direnç gösteren yanlarımızın alarm vermesiymiş.

Çocuklarımızdan sevgimizi merhametimizi esirgemeyip onlara her zaman duygularımızı göstermeliyiz, bu dünyada yalnız olmadıklarını, güvende olduklarını hissettirmek, bizim onları dünyaya getirmekten dolayı en büyük sorumluluğumuz.

Güzel günlerde görüşelim.