Onun saçları uzun, benimki dökük olduğu halde, ben İsmail'e hiç kızmadım.

O halen et yemez gerçi, iyi de şiir okur. Ben iki lafı bir araya getirmek için akla karayı seçerim.

İkimiz de şarabı, Hayyam'ı ve acıklı filmleri çok severiz.

İsmail Kürt, ben Türk'üm.

İsmail gerçekleri, düşleri ve kabusları simgelerle anlatır. Uzun, duygulu cümleler kurar ve onun söyleminde gerçeğin nerede başladığını, hayallerinin nerede bittiğini saptamak ciddi bir çabayı gerektirir.

Ne kadar gizlemeye çalışsa da, bizler, onu yakından tanıyanlar, yağmurlu havaların romantik gezgini İsmail'in kırmızı ışıkta durduğu o yağmurlu Nisan gecesi, bir an göz göze geldiği araba sürücüsünün anılarına çarpıp onu çocukluğuna fırlattığını anlarız. O beyefendinin aslında acelesi olan, belki Nippes'e, Ehrenfeld'e, ya da kim bilir Bergisch Gladbach'a doğru yol alan iyi yürekli bir adam değil, İsmail'in çocukluğundaki kötü yürekli başçavuşun ta kendisi olduğunu kestiririz.

Bu arada yeşil yanar ve İsmail'in normalde karşıya geçmesi gerekir ama, anılarından sıyrılamadığı için oracıkta kala kalır. Askeri cemselerin farları bütün gece yanar, anne ve babasının korku dolu fısıltıları gece boyu devam eder. Gün ağarırken, köyün evlerinden çocuklar, kadınlar, erkekler, yürümekte zorluk çeken neneler ve dedeler, aslı ilkokul olan karakolun bahçesinde sıraya girerler; kadınlar sağ tarafa, erkekler sol tarafa. Kötü yürekli Başçavuş, herkesin, annelerin kucaklarında ya da rahimlerinde olan bebeklerin, İsmail gibi biraz büyük olup da, annelerinin eteklerine yapışan çocukların da önlerine bakmalarını emreder.

O yağmurlu Nisan sabahı İsmail'in ana dili kötü yürekli başçavuş tarafından götürülür.

İsmail kötü yürekli başçavuşun konuştuğu dilde büyür. Büyüdükçe kötü yürekli başçavuşun hemen her köye uğrayıp ana dilleri tutukladığını da öğrenir. Ve ne zaman yağmur yağsa, ve ne zaman kırmızı ışıklar yansa, İsmail, geri dönmeyen ana dilinin hasretiyle kavrulur. Sonra binlerce genç ana dillerini aramaya çıkarlar. Onu şehirlerde bulamayınca dağlarda aramaya devam ederler. İsmail, saçlı sakallı olduğu, postal giymekten ve sırtında, eğri bir carcuru olan tüfek taşımaktan hoşlanmadığı için ana dilini dağlarda aramaya çıkan gençlere katılmaz.

İsmail ümide tutunur. Adını aldığı peygamberin sabrıyla ana dilinin serbest bırakılacağı günü bekler. Ana dilinin geri dönüşü geciktikçe "sevgi", "dostluk", "barış" gibi çok sevdiği kelimeler de içeren kötü yürekli başçavuşun dili boğazını tıkamaya başlar. Ne zaman başçavuştan miras bir kelime söylemeye kalksa nefes almaz olur.

İsmail'in Türkçe konuşmaktan vazgeçtiği günlerde, bizler, onunla anlaşmayı başardık ve dostluk için mutlaka aynı dili konuşmanın gerekli olmadığını da öğrenmiş olduk.

Geçenler de İsmail'in dudaklarından aniden "barış" kelimesi döküldü ve bizler, toprakları cesetler kusmaya başlayan ülkemizde her şeye rağmen ümide ve aşka yer kaldığına inandık.