Türkiye’de uzunca bir süredir yaşanılanlara bakıldığında iktidar partisinin politikalarının memleketi otoriter bir rejime götürdüğü net bir biçimde görülüyor.

3. yargı paketi yasallaştıktan sonra ana akım medya aracılığıyla toplumda yapay bir umut uyandırılmaya çalışıldı. Yaşanılanlar gösteriyor ki 3 yargı paketi ile şu an iktidarda olanlar geçmişteki dostları olan eli kanlı katillere karşı vefa borçlarını ödemekte. Kendilerine karşı muhalif kimlik taşıyan herkesi komik suçlamalarla cezaevine gönderen iktidar partisi ülkede katliam yapanları dışarıya göndermekte. Zaten yasanın metni incelendiğinde şu andaki tüm siyasi tutukluların lehine olabilecek bir metin olmadığı anlaşılmakta. Adli Kontrolün kapsamı değişmiş ancak bu güne kadar tutuklu olan tüm muhaliflerin tutuklanma gerekçesi olan kaçma ve delilleri karartma şüphesi hiçbir değişiklik yapılmadan varlığını korumuş, takdir mahkeme heyetine bırakılmış. Neticede milletvekilleri de dahil tüm tahliye talepleri ret edildi. İstanbul KCK davasında 16 kişinin tahliye edilmesi de bu yasal düzenleme kapsamında bir tahliye değildir. Olması da beklenemez.

Ancak tüm bunlara rağmen hükumet ve ana akım medya bunu demokratik bir düzenleme gibi yansıtmaya çalıştı. Bunun temel nedeni ise yaklaşmakta olan yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri.

Erdoğan’ın Leyla Zana ile görüşmesi, 3. yargı paketi düzenlemesi, hatta Diyarbakır Milletvekili Ensarioğlu’nun açıklamaları İktidar partisinin yaklaşmakta olan seçimler nedeni ile Kürt coğrafyasına göz kırpma girişimleri. İktidar partisi bu düzenlemeler ile biz gerekeni yaptık ama Yargı ve PKK-BDP cephesini ikna edemedik propagandasıyla çıkacaktır Kürt seçmenin karşısına. Hatta seçimler yaklaştıkça KCK davalarında kısmi tahliyeler beklenebilir. Öcalan üzerindeki tecrit hafifletilebilir. Ancak bu hamleler iktidar partisinin dilinden düşürmediği İleri Demokrasi hedefi için değil seçimlerde daha yüksek oy alabilme stratejisine dönük hamleler olacaktır.

Eski dostları olan katilleri serbest bırakan iktidar partisi Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu’yu da arasına katıp milli görüş ve eski merkez sağın tükenmekte olan tabanını da kendisine çekecektir. Ancak Kürt sorunun çözülmesi için akan kaninı durması için gerçek demokratikleşme için herhangi bir adım atmayacaktır. Her ne kadar isminde adalet geçiyor olsa da adaletsizlik AKP’nin temelidir. Tüm muhaliflere siyasi soykırımı uygulayan, sınav sistemiyle soruları yandaşlarına peşkeş çekip devletin içerisinde kadrolaştırdığı iddia edilen bir partiden demokrasi beklemek gerçekleşmesi olanaksız hayallerin pesinden koşmaktır.

BUNU ANCAK ERDOĞAN YAPAR!
Erdoğan arkasındaki yüksek oy oranı ve devlet bürokrasisi ile Kürt sorununu çözebilecek imkan ve konuma sahip bir lider. Kürt sorununu çözmek istediği fikrine ben de katılıyorum. Ancak Erdoğan Kürt sorununu kendi "Kürdü"nü yaratarak çözmek istiyor. Kendi iktidarını paylaşacak sorunu taraflarıyla müzakere edecek hiçbir formüle yanaşmıyor. Bu da sorunu çözümsüz bırakıyor. Kürtler artık AKP’ye güvenmiyor. Hükümetin sürekli dile getirdiği "barış, kardeşlik, demokrasi" gibi kelime oyunları artık Kürtleri heyecanlandırmıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın sorunu çözeceğine dair geçmişte olan umut çoktan yok olmuş durumda.

Tüm yaşanılanlara rağmen Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğine inanan bir kesim hala bulunmakta. Leyla Zana da Erdoğan’dan umutlu olduğunu ana akım medyaya deklere etti. Kendisiyle "faydalı" bir görüşme yaptı. Fakat bu umutların Erdoğan-devlet cephesinde bir karşılığı olmadı. Nitekim dün Diyarbakır’da BDP’nin düzenlemek istediği mitingde yaşananlar bunu doğruladı. Anayasada çok açıkça belirtmesine rağmen - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir- Devlet BDP’nin mitingi üstünde terör estirdi. Polisler halka saldırdı. Seçilmiş milletvekilleri AKP’nin polisleri tarafından tartaklandı. Hedef gözetilerek ateş ve tazyikli su altına alındı. Her ne kadar medya bunu görmezden gelip bir iddia olarak kabul etse de görüntüler alternatif medya aracılığıyla tüm dünyaya yayıldı. Hükümetin Kürdistan’da meşruiyeti kalmadı. Yaşananlar seçilmişlerin dile getirdiği gibi tek kelime ile özetlense bu durumu en iyi anlatacak kelime şüphesiz faşizmdir. Ve tarihin utançla hatırlayacağı görüntülerdir. Diyarbakır’da yaşananlar Erdoğan’ın Leyla Zana’nın düşüncelerine vermiş olduğu en açık yanıttır. Bu sorunu Kürtlerin istediği gibi değil iktidarımın gerektirdiği gibi çözmek istiyorum çığlığıdır. Bu nedenle tüm gücü ile insanlara saldırılmıştır. Diyarbakır’da devletin şiddetine maruz kalan gerçek anlamda birlikte yaşama iradesidir. Devlet’in Kürdistan’da gösterdiği çirkin yüzünü halk unutmaz. Bu da kopuşun derinleşmesine neden olacak. Bu kopuşu durdurmanın tek yolu halkların faşizme karşı birlikte mücadelesinden geçer.

Bu günkü yazımı Diyarbakır’da polisin attığı gaz bombasının arabasına isabet etmesi sonucu arabası yanan bir vatandaşın sözleriyle noktalamak istiyorum.

Sanırım süreci en iyi özetleyen cümle. "BUNU ANCAK ERDOĞAN YAPAR"...