İbrahim Kalın’ın 30.07.2020 tarihinde yaptığı “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır” açıklaması tartışma yarattı. Kalın 09.08.2020 tarihinde bir televizyon programında görüşlerine açıklık getirmeye çalıştı

İbrahim Kalın, 150 yıldır hikayenin bizi teslim aldığını, Batıcı paradigmanın hakim olduğunu kendi hikayemizi yazamadığımızı ileri sürüyor.

İbrahim Kalın, belli bir kesimin duygularını dillendirmeye çalışıyor. Bu kesimler Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından buyana, Batı’lılaşmaya, uygarlaşmaya takıntı düzeyinde karşı koymaktalar. Bu kesimlere göre yaşadığımız tüm olumsuzluklar, Hanefi Mezhebi’ni benimsemeyişimizden, şeriat hukuku yerine Medeni hukuku uygulamaya kalkmamızdan, Batılılaşmaya çalışmamızdan kaynaklanmakta.

150 yıldır gelişmiş bir toplum olamayışımızı, bizi insanlık ailesinin gerilerinde sürünmemizi sağlayan etkenlerin kökeninde, Osmanlı kafasından kurtulamayışımız mı? İnsanlığın gelişme düzeyini yakalayamayışımız mı? Başkalarının öykülerini anlatmamız mı?

Sorunların, sorunlarımızın tümünün Ortaçağ kalıntısı düşüncelerimizden kurtulamamaktan kaynaklandığını kimsenin anlamadığı, anlamak istemediği bir akıl tutulması tıkanıklığıyla karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu ülkenin kültürü, toplumsal aklı, insan hak ve özgürlüklerine uygun, demokratik bir yapı oluşturamıyor. İnsanlığın gelişim çizgisine uygun adımlar atamıyor.

Batı’nın, Avrupa’nın, giyimine, yaşam biçimine, yemesine, içmesine özenmek değil konu. Bilimine, teknolojik gelişmelerine ayak uydurmak zorunda oluşumuzda.

Yurttaşlarınızın tükettiği mal ve hizmetleri üretemiyor, bunları başka ülkelerden, Batı’dan alıyorsanız, sömürülmek durumundasınız demektir. Televizyonların üretilmeye başlandığı yıllarda 12 kamyon buğdaya 1 televizyon alınan bir ülke Türkiye Cumhuriyeti. Böyle bir üretim-tüketim düzeninde kendinizi toparlamanın, ayakları üzerinde durabilen bir ülke olmanın olanağı olamaz.

Bilimi, teknolojiyi bir yana bırakın, bir tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti, Sudan Cumhuriyet gibi geri kalmış ülkeden at, eşek atı, başka yerden saman satın alarak kendisine özgü bir öykü yazamaz.

Böyle bir üretim-tüketim düzeyinde, kendinize özgü bir öykü yazamazsınız. Kendi öykünüz, ezilmenin, sömürülmenin ezikliğini yaşadığınız öyküler olur.

Bu topraklarda yerleşmiş kültürle, küresel düzeyde gelişmiş hukuk algılarına uygun bir hukuk üretilememekte. Yapılan anayasalar, yasalar insanlığın geliştirdiği hukuk algısının çok gerilerinde. Bir yerlerden yasalar alıp iç hukuk olarak kullanmaya kalkıldığında, Uluslararası biz sözleşmeyi, anlaşmayı iç hukukunuz yaptığınızda, bunların uygulanmasında ortaya çıkan çarpıklıklar, bu yasaların, sözleşmelerin içeriğiyle hiç ilişkisi olmayan, kuşa dönmüş uygulamalar olarak ortaya çıkmaktalar.

İnsan hak ve özgürlüklerini güvenceye alma konusunda atılan adımlar, çıkarılan yasalardan hiç birsi, iç yapımızın çabalarıyla yaşama geçirilmiş çalışmalar olamamış. Bundan toplumun da, yönetimlerin de büyük katkıları var. Bu yapıyla hangi öykümüzü yazacağız?

1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı), 1856 Yenileşme (Islahat) Fermanı belgeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını görmesiyle, istenmeyerek, zorlamayla yapılan düzenlemeler. Bu tarihsel adımlar, bugün dolu dizgin gittiğimiz tek adam yönetimlerinden geri adım atma çabaları.

Bu belgelerin ilk 3 maddesinden biri, Padişah “Rüşveti kaldıracağım” diye halka söz vermiş durumda. 2020 yılına geldiğimizde, rüşvet, yolsuzluk, hukuksuzluk toplumumuzun en önemli sorunlarından bir olarak karşımız dikilmekte.180 yıldır rüşveti, yolsuzluğu, yandaş kayırmacılığını, Batı’lılaşma, başkalarının öyküsünü anlatma mı sağladı? Batı’lılaşmaya çalıştığımız için mi yolsuzluklardan kurtulamadık, insan hak ve özgürlüklerinden, demokratik bir yönetim kurmaktan yoksun kaldık? Yoksa gerçek anlamda uygar bir toplum olmaya adım atamadığımız için mi bu olumsuzluklarımızdan kurtulamadık? Bu açmazlar içinde kendimize özgü nasıl bir öykü yazabiliriz?

Bu topaklarda yaşayanlar, “rüşveti, yolsuzluğu” kaldıracak bir hukuk devleti kuramamış bulunmakta. Bu yapıda, gelin kendimize özgü bir öykü yazalım.

Bir toplum bilimle, teknolojiyle, yeniliklerle, ortaya koyduğu ürünlerle, öteki toplumları bir adım ileri geçerse, kendisine özgü öyküler yazabilir. Başkalarından geri kalanlar yazılan öyküleri okumak, bu öyküler karşısında boyun eğmek zorunda kalırlar.