Kayyım bir yönetim tekniği olarak mutlak merkeziyetçi, ırkçı, militarist rejimlere özgü yönetim tarzıdır. Yerinden yönetime, halk iradesine, doğrudan demokrasiye, yarı doğrudan demokrasiye karşıdır. Bir nevi sömürge sistemidir.

Üç büyük şehrin seçilmiş başkanlarının açığa alınmasıyla birçok açıdan hukuk katliamı yapılmıştır. Bu aynı zamanda halk iradesine karşı ırkçı bir saldırıdır. Muhtarlar da açığa alınmaya başlanmıştır. 3000 muhtara yönelik soruşturma başlatıldığı belirtilmektedir.

Birçok açıdan hukuk katliamı yapıldı dedik. Başta demokratik hukuk devleti vurgusu yapan anayasanın 2. maddesi, eşitlik ilkesini teminat altına alan anayasanın 10. maddesi, seçme, seçilme, siyasi faaliyet hakkını teminat altına alan anayasanın 67. maddesi ayaklar altına alınmıştır. Konunun Türkiye’yi bağlayan ulusalüstü hukuk ihlali boyutu da vardır. Kayyım atamalarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesi ve seçme seçilme hakkını düzenleyen sözleşmeye ek 1 nolu protokolün 3. Maddesi de ayaklar altına alınmıştır.

Bir başka ihlalde 19 Ağustos darbesiyle Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı da ayaklar altına alınmıştır. 1985’te aktedilen bu şartı Türkiye 1992’de onaylamıştır. Birçok maddelerine çekince koyarak. Kayyım atamaları şartın, ruhuna, amacına aykırıdır. Ulusalüstü bağıtların gayesine, temel amacına asla çekince konamaz. Şartın temel amacı girişte belirtildiği gibi ademi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa yaratmaktır. Nitekim bu husus şöyle açımlanmıştır: "Vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğu" belirtilmiştir. Nitekim Avrupa Birliği sözcüleri kayyım atamalarını eleştirirken Türkiye’ye Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını ve konuya ilişkin Venedik komisyonu kararlarını hatırlatmışlardır.

Bir başka hukuksuzluk Yüksek Seçim Kurulu kararının hiçe sayılmasıdır. Seçimden önce başkanlarla ilgili açılan ve devam eden soruşturma ve kovuşturmaların seçilmeye engel olmadığı Yüksek Seçim Kurulu kararıyla karar altına alınmıştı. Nitekim Ahmet Türk ile ilgili yapılan itirazlar hep YSK’ce ret olmuştu. Seçimden sonraki son 4, 5 ay içinde de açılan yeni bir soruşturma ve kovuşturma söz konusu değildir. Şu ana kadar İçişleri Bakanlığı görevle ilgili yeni bir soruşturma kanıtı ortaya koyamamıştır. Hukuken görevle ilgili suçtan anlaşılması gereken fiiller nedir? Yolsuzluk, usulsüzlük, zimmet, belediye imkanlarını yakınlarına sağa sola peşkeş çekmek. Son 4, 5 ayda böyle bir fiil işlendiğini İçişleri Bakanlığı delilleri ile kanıtlayabilmiş midir? Kocaman bir hayır. Tam tersine bu fiiller açısından seçilmiş başkanların açıkladığına göre kayyımlar sorunludur.

Diğer bir hukuksuzluk suçsuzluk karinesinin ihlal edilmiş olmasıdır. Seçimden önce başlatılan soruşturma ve kovuşturmaların hiçbirisi sonuçlanmamıştır. Kesin hükme kadar suçsuzluk temel ve evrensel bir hukuk ilkesidir. Aslında Anayasanın 127. maddesindeki ve Belediyeler yasasının 47. maddesindeki görevle ilgili bir suç nedeniyle geçici bir tedbir olarak iç işleri bakanınca açığa alınma istisnai ve en son uygulanacak bir tedbirdir. Kaldı ki Anayasanın 127. maddesindeki ve Belediyeler yasasının 47. maddesindeki içişleri bakanına verilen bu yetki de anti-demokratiktir. Ortada kesin bir hüküm olmadıkça siyasetin meşhur "seçimle gelen seçimle gider" ilkesine ve yerleşik prensibine de aykırıdır.

Bir başka çok önemli hukuk ihlali de OHAL kararnamesinin ve uygulamasının olayımızda devam ettirilmesidir. OHAL’den önce içişleri bakanının açığa alma yetkisi vardı, ama kayyım atama yetkisi yoktu. Açığa alınan başkanın yerine başkan vekili olarak geçecek olanı Belediye meclisi seçerdi. OHAL döneminde çıkartılan faşizan 674 sayılı kararnameyle içişleri bakanına kayyım atama yetkisi verildiği gibi kayyıma Belediye meclisini toplamama yetkisi de verildi. Bu kararname bilahare 678 sayıla yasa ile belediye yasasına eklendi. Oysa temel hukuk kuralına göre OHAL döneminde uygulanan kararname ve mevzuat OHAL sonraki döneme uygulanamaz. Bu durum Anayasanın 2. maddesine aykırı olduğu gibi OHAL ile ilgili hukuk kurallarına da aykırıdır. Nitekim atanan kayyımlar Belediye meclislerini toplamayacaklarını açıkladılar. Böylelikle ortaya KOLEKTİF CEZALANDIRMA durumu çıktı Belediye meclisi de toptan açığa alınmış oldu. Halk iradesi katlamalı olarak çiğnenmiş oldu.

Durum her açıdan hukuk katliamıdır. Irkçı iktidar Kürt halkına sen kendi yerelinde dahi söz ve karar sahibi olamazsın, senin tek görevin bizim tarafımızdan yönetilmektir diyor. Mahmut Esat Bozkurt anlayışının, İttihat ve Terakki zihniyetinin tavan yapma hali. Bu iradeye korkunç saldırıya Kürt halkı haklı olarak demokratik meşru tepkisi ile direniyor. Halkların dostları da bu onurlu direnişe omuz veriyor. Ne var ki şiddet içermeyen bu meşru ve haklı tepki militarizmin güçlerince barbarca bastırılmak isteniyor. Anayasanın 34. maddesi herkese izin almadan, şiddet içermeyen toplantı ve gösteri temel hakkını verdiği halde anayasal hak bir kez daha ayaklar altına alınıyor. İfade özgürlüğü de çiğnenmiş oluyor. CHP Genel başkanı da her zaman olduğu gibi diktatörlüğün ekmeğine yağ çalarak protestolar ve sokağa çıkmalar yanlış diyor. Tabanının demokratik tepkilere omuz vermesini engelliyor. Unutulmasın ki Nazi rejimi başlangıçta ses çıkaramayan sosyal demokratların teslimiyetiyle kökleşti. Zaten bugünkü kötü sürecin derinleşmesi de Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP ekseriyetinin dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermeleriyle gerç ekleşti.

Bu zulmü ancak kitlesel demokratik tepkiler, her taraftan çıkartılacak diri sesler durdurabilir. Kuşkusuz bir yandan da her türlü hukuk yolu denenmeli, belediye yasasındaki antidemokratik hükümlerin anayasaya aykırılığı, anayasanın 127. maddesinin anti demokratikliği de dile getirilmelidir. Kürt halkının iradesinin gaspına son verilmeli, seçilmiş başkanlar derhal hak ettikleri görevlerine iade edilmelidir. Er geç kazanan diktatörlük değil halklar olacaktır.