Roboski Katliamı üzerinden tam iki yıl geçti, değişen tek şey ise, dünkü anma etkinlikleri sırasında Miran Encü’nin de kalp krizi geçirmesi sonucu yaşamını yitirmesi oldu. Böylece devlet katliamın faillerini bulmak bir yana, ikinci yılında ailelere yeni bir tabut daha armağan etti.

Öyle ya, “Sayın teröristle, sayın kaçakçı arasında katır tepmişe dönen devlet” ne yapsın. Kaçağa gideni füzeyle vurmasın mı? Böyle diyordu “hiciv ustası” sayın Yılmaz Özdil 6 Ocak 2012 tarihli Hürriyet’teki köşesinde.

Yılmaz Özdil, aydınlık düşünceleri, elitizmi, seküler anlayışı, iğneleyici üslubu ve ileri demokrasiye olan aşkıyla Türkiye’nin en çok okunan köşe tutucularından biri. Demokrasiye ve özgürlüklere olan tutkusu ve AKP’nin anti demokratik tavrını her yazısında gündemlerimize taşıyan bu aydınlık insan, AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik tüm eleştirilerine rağmen, Başbakanını Halk TV aracılığıyla Suriye liderine yedirmeyecek kadar da milli hassasiyetleri güçlü olan bir insan.

Özdil’in ülkesine olan bu sevgisi şüphe yok ki ülkesinin ekonomik çıkarları söz konusu olduğunda da onu bir şeyler yazmaya ve yığınları aydınlatmaya itiyor. İşte tam da böyle bir gündemde yine yazmıştı. Özdil, herkesin duygusal yaklaşarak maniple ettiği bir hadiseye ülkesinin çıkarlarını koruyan rasyonel-batılı bir yurttaş gibi bakıyordu yine. Gerçek adı Uludere, fakat orada yaşayan iptidai topluluğun kendi aralarında Roboski dediği köy civarında milli servetten mal kaçıran 17’si çocuk 35 insanın füzelerle vurularak öldürülmesi ilk bakışta hazin bir tablo çizebilir zihinlerde ve kalpleri kırabilir ta ki Sayın Özdil’in yorumunu okuyana kadar.

Özdil’in yazısından önce birçok insan, Roboski’de katledilen gencin çerçeveli resminin üzerindeki bir cep telefonuna aldanarak kaçağa çıkmanın ergenlik çağındaki bir genç için bu telefondan öte bir anlam taşımadığını ve aslında o genç için çok anlam taşıdığını düşünüyordu.

Ama Özdil’den öğreniyoruz ki mesele başka, telefon, bilgisayar taksidi,50 lira falan bunlar hepsi göstermelikmiş, büyük paralar dönüyormuş. Zaten yolda gelirken de viski içe içe geliyorlar mı, yetmedi katırlara da içiriyorlarmış. Ah Sayın Özdil biz nerden bilebilirdik bunları…

Bu endişeli modern, kentli bay, kaçağın ülke ekonomisine zararından endişe ediyor, şüphesiz her bilinçli yurttaş gibi o da eleştiriyor, diğerlerinden tek farkı ise mizahi bir anlatımı tercih ediyor olması. Bu yolla sanırım hem güldürüp, aynı anda yurttaşları bilinçlendirmeye çalışıyor.

Şüphesiz kendisinden pek çok şey öğreniyoruz. Gazetecilikte kullandığı mizahın yanında araştırmacı gazeteci kimliğinden de kaçağa gidenlerin aylık ortalama 15 bin lira kazandığını öğreniyoruz. Bunu duyan birçok yurttaşın var olan işlerini acilen bırakıp kaçağa çıkmak için sınırda sıra beklediğine bahse varım. Devam ediyor Özdil, bir yandan kaçakta kullanılan katırların üreme pratikleriyle ilgili bilgiler verirken diğer yandan da bilimsel verilere dayandırarak ,Türkiye’deki katır sayısının bölgelere göre dağılımı sunuyor bize. Sunduğu bu bilimsel verileri titiz bir sosyal bilimci edasıyla işleyerek, katırların Kürt illerinde sayıca çok olmalarını bu bölgelerde katırların kaçakta kullanılmasına bağlıyor. Yalnız hemen belirtmem gerekir ki, tüm bu can sıkıcı verileri ve beraberindeki çözümlemeleri bizlere sunarken yine mizahtan vazgeçmeyen Özdil, ülke ekonomisi için kriz yaratacak bir kaçakçılık hadisesini bile sunarken, ilke edindiği gülerken düşündürme ilkesinden vaz geçmiyor.

Yazının başında dedim ya kendisi bir hiciv ustası olduğundan olacak ki bu bilimsel içeriği ağır basan yazı da mizahı kullanmayı ihmal etmiyor ve araya birkaç espri sıkıştırıyor.

Yalnız bu bayın kaçırdığı çok temel bir şey var, faşizmle mizah arasında çok ciddi uzlaşmaz çelişkiler bulunmaktadır. Zira mizah tabiatı itibariyle bir başkaldırı barındırır içinde, egemen olan her şeye karşı bir karşı koyuştur. Bu karşı koyuş bazen sadece bir tebessümden dahi ibaret olabilir. Mizah sosuna batırılmış faşizm ise kabak tadı verir.

Ayrıca sayın Özdil, doğada katır dışında binlerce hibrit (melez) canlı varmış biliyor musunuz?

Roboski Mon Amour belgeselinde kendisiyle röportaj yapılan, oğlu Roboski’de katledilmiş bir kadının şu söyledikleri senin için ne anlam ifade ediyor;

Hadi biz Kürdüz, bizi öldürüyorsunuz, peki oradaki hayvanları, katırları neden öldürdünüz? Kürtlere acımıyorsunuz, hayvanlara da mı acımıyorsunuz?…”

Ha pardon…