Bir dönemler, çok değil bundan 15 yıl önceye kadar, adı yasak olduğu için, uçsuz bucaksız bir coğrafyayı tanımlayan bir yön mefhumu ile adlandırılan bölgeden sürekli olarak ensesinden tek kurşunla ölmüş halde bulunan ya da bulunamayan ölüm haberleri yer alırdı basında. Bir yön kavramı ile tanımlanan bölgenin adı Türkiye Kürdistan’ıydı ve adı hala yasak ve hala eskiye nazaran biraz az gelse de bezer haberler geliyor o bölgeden. Uzunca bir dönem, mesela geçen yıla, Gezi Direnişine kadar, Türkiye’nin basısında yaşayan birçokları için, devletin mermisi bir enseden girmişse, merminin girdiği ense terörist ensesiydi ve tabiatıyla doğru yere girmişti mermi. Sadece 1992’de 117 çocuk Türkiye Kürdistan’ında devlet eliyle katledildi. Öldürülen gazeteciler, parti yöneticileri, gençler… Bildiklerimiz, bilemediklerimiz, hala aradıklarımız…

Tüm bunlar, Kürtler dağa çıkmasın diye yapıldı, Kürtler daha fazla çıtı bunlardan sonra, iyi ki de çıktılar.1990’lı yıllarda devlet eliyle yürütülen bu kirli savaşın sorumluları cezalandırıldı mı? Bakalım; Adı birçok cinayetle anılan emekli JİTEM'ci Jandarma İstihbarat Grup Komutanı Abdülkerim Kırca’ya Ahmet Nejdet Sezer tarafından “Devlet Övünç Madalyası” verildi. Daha geçtiğimiz gün JİTEM’İN Mardin-Derik sorumlusu ve adı cinayetlerle anılan Musa Çitil beraat etti.1000 operasyonlu kontrgerilla şefi Mehmet Ağar nerede bileniniz var mı? İlker Başbuğ, Levent Ersöz, Veli Küçük, eski Başbakan Tansu Çiller… Bunlar ve adını sayamadığımız nice katil, herhangi bir cezaya çarptırılmadılar yaptıklarından ötürü. Kürtlerin durumu bu.

12 Mart 1995’de akşam saatlerinde kimliği belirli (kontrgerilla) tarafından Alevilerin yoğun olarak gittiği üç kahvehane tarandı. Kahvehanelerin birinde bulunan Alevi Dedesi Halil Kaya öldü, beşi ağır yirmi kişi yaralandı.13 Mart günü çıkan çatışmalarda, polisin göstericilere ateş etmesi sonucu 15 yurttaş yaşamını yitirdi.15 Mart’ta İstanbul Ümraniye mahallesinde polisin göstericilere ateş açması sonucunda 4 yurttaş daha öldürüldü.20 polis hakkında dava açıldı, dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü ve yargılamanın durdurulması kararlaştırıldı. Daha sonra dava düşsün diye müthiş bir çaba harcandı, Rize’ye gönderilen dava Yargıtay’la paslaşıp durdu. Tutuklu yargılana polislerden sadece biri, Âdem Albayrak, ceza aldı. Ancak gösterilere katıldıkları iddiasıyla 35 kişi DGM’de yargılandı.

2 Temmuz 1993’de devlet gözetiminde Madımak Otelinde 37 can yakılarak katledildi. Yarılananların bir kısmının ölmesi beklendi, ölmeyenler için ise zaman aşımı devreye girdi. Dava’da katillerin avukatlıklarını yapanların bir kısmı ise AKP’den milletvekili oldu. Örnekse, Zeyit Aslan, Hüsnü Tuna, İbrahim Hakkı Aşkar… Belki Aleviler de dağa çıkmalıydı, anlaşılan o ki devlet karşısında yurttaşın yapacağı en güvenli şey dağlara sığınmak.

Devletin katliamlarını elbette burada yazamayız hepsini, neden mi? İnsan ölüleri üzerine kurulmuş bir cumhuriyetten bahsediyoruz, binlerden, on binlerden, yüz binlerden

90’lara dair bu üç örnek, iki farklı toplumsal kesimin, iki ezilmişin, Alevilerin ve Kürtlerin devletle olan münasebetlerini örneklemek için yazıldı.

2000’lere geldik, kimileri için yepyeni bir dönemdi başlıyordu. Gittikçe müreffeh-demokratik bir toplum olacaktık, Aleviler, Aleviyim, Kürtler, Kürdüm, Ermeniler, Ermeniyim diyebilecekti canlarını bedel olarak vermeden. Diyemediler, Kürtler dağlarda, sokakta, sınırda, Aleviler sokaklarda, Cemevinde, Ermeniler, kiliselerinde ve sokaklarda yine enselerinde kurşun hissettiler. Kurşun tanıdıktı, devletin kurşunuydu.90’lı yıllardan tek farkı ise, tetiği çeken el ve emri veren katildi.

Daha bir yıl geçmedi üstünden Gezi Direnişi’nde Alevi çocuklarının sokak ortasında kurşunlanması, birinin taziyesi bitmemişken diğerinin vurulması. Ve dün Berkin için toplanan arkadaşlarına saldıran polisin Cemevi’nin avlusunda bir alevi genci (Uğur Kurt) daha katletmesi. Uğur için sokağa çıkanlara gaz ve mermi yağdırması. Gezi’de 9 can alan polislerin tek birinin bile cezalandırılmaması, Valilerin, Emniyet Müdürlerinin terfii ettirilmesi. Evet, 90’lı yıllarla 2000’li yıllar arasındaki tek fark, vurulanların mobese kamerası önünde vurulması ve sonradan vurulma anlarını izleyebilmemiz.90’lı yıllarla,2000’ler arasındaki tek fark,90’larda devletin vurduğunu biliyorduk ama göstereceğimiz biri yoktu, kısmen gizli yapılıyordu katliamlar, şimdi açık kameralar önünde yapılıyor.

YARGILANMAK MI?

Kim kimi yargılayacak, Cemevi’ne cümbüş evi diyenler, Cemevi avlusunda insan katledenlerin yargılanmasına izin verir mi? Ali İsmail’in, Berkin’in, Ethem’in katilleri yargılandı mı ki, Uğuru katleden(ler) yargılansın? Onlar cezalandırılsalardı, Uğur’u katledebilirler miydi?

90’lı yıllardan bu güne kadar canlarımızın üstünde tepineni tanıyoruz elbet. Devletten başkası değil. Sürekli kılık değiştiren, farklı yüzlerle, yargısıyla, askeriyle, polisiyle, güvenliğiyle… Karşımıza çıkan devlet aynı devlet. Soma’da katledilemeyen işçiye yumruklarla dalıp, sağ kurtulan başka birini tekme tokat dövdüren delikanlı! da onun yeni yüzü. Onu da çok iyi tanıyoruz, emrindeki üniformalı tipleri de.