Uzun zamandır yazı yazmadım. Bu beni mutsuz ediyor. Zihnimi sürekli yazı yazmak için teşvik ettim ama kalbim kelimelerimi sevmiyor. O yüzden elim yazıya gitmedi uzun zamandır.

Peki bu arada neler yaptın derseniz. Hiç ağlamadım ama benim babam öldü. Belki yaşlı olduğum için, kendi göbek bağımdan kendime ait sorumluluklar edindiğim için ve ben babamın dünyasında değil babam benim dünyamda yaşadığı için annesiz ve babasız bir birey olarak yaşamaya devam ediyorum.

Babamın hayatındayken onu kaybetseydim eminim bu hayatımın travması olurdu. Şimdi doğuştan kazandığım sorumluluğumu yitirmiş gibi hissediyorum.

Ben öldüğümde oğlum da okuduğu kitabını rafa kaldırıp kendi kitabını yazmaya devam edecek.

Her neyse bu aralar zihnimi susturmak için sürekli film ya da dizi seyrediyorum. Bir uyuşturucu görevi görüyor zihnimde tüm bu seyrettiklerim. Benim gibi bir sürü insan var biliyorum. Yakında bu dizi seyretme olayı madde bağımlılığı sınıfına dahil olursa hiç şaşırmam.

Bugünlerde 2012 yılında başlayıp 2017 yılında biten Grimm dizisini seyrediyorum. Grimm Kardeşlerin dünya masallarını toplayıp iki cilt halinde yayımladıkları masallardan esinlenip yazılmış dizinin senaryosu.

Dünyada insanların arasına karışmış kendi yasalarını kurallarını uygulayan, insanların arasında ama insanlardan saklanan bir varlıklar dünyası var. Bu varlıkların iyi olanları olduğu gibi sadece kötü olanları da var. Hepsinden üstün kral soyu var. Her türlü kötülüğü yapmalarına rağmen kral olmaya ve soylarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Bunlardan hamile kalan kadınlar çocuklarını karaborsada satıyor. Böyle bir karaborsa var, kral ailesinden insanlar da bu satışta hazır bulunuyor. Çünkü herkes kral soyundan bir çocuk almak istiyor. Bu geleceğe yatırım demek.

Grimm polisiye bir dizi insanların ve efsanevi yaratıkların polisiye vakalarını anlatıyor. Bir de dizinin kahramanı var. Onun soyu Grimm soyundan geliyor. Çünkü o tıpkı Grimm kardeşlerin dünyadaki masalları toplaması gibi belki ona atıf bu yaratıkları görebiliyorlar. Hatta Grimmler bu yaratıkları avlıyor. Ama bizim kahramanımız mitolojik kahramanları görüyor ve onlara yardım ediyor. O türden arkadaşları bile var. Olayları çözmekte ona yardım eden en birinci dostu onlardan biri.

Henüz 3. Sezondayım, sonuna kadar seyredersem ben de bir Grimm gibi aramızdaki varlıkları görmeye başlayabilirim. O yüzden kararsızım. Sonuna kadar gitmem belki.

Herkesin adından çok söz ettiği hakkında yazılar okuduğum bir film de Roma filmi. Onu da seyrettim.

Roma filmi yönetmenin çocukluğunda duygusal bağ kurduğu evin hizmetçisini anlattığı bir film.

İnsanların dikkatini çeken şey o dönemdeki Meksika ve hiyerarşik ilişkiler.

Bir de Roma filminde hizmetçiyi canlandıran Yalitza Aparicio yönetmen Alfonso Cuaron’un çocukluğunda sevdiği, bağ kurduğu evdeki hizmetçilerine çok benziyormuş. Hayatının ilk rolünü Roma filminde oynamış genç kadın. Seçmelere katılmış ve başrole seçilmiş. Bununla da kalmamış film gösterime girdikten sonra ödüller kazanmış oyunuyla ve önemli dergilere kapak olmuş. İnsanlar onun bu başarısıyla bir kalıbı yıktığını düşünüyor. Dünyada alışılmış klasik güzelliği yerle bir ettiğini, kendine has sıra dışı güzelliği ile ortak lisanın güzeli seçildiğini söylüyorlar.

Bir de insanların tuhafına giden şaşırdıkları şey, o dönemde zengin ailelerin evlerinde nefes aldırmadan çalıştırdıkları hizmetçilerine çocuklarının bakımlarını olduğu gibi bırakmaları. Bu bakıma çocukların sevilmeleri de dahil.

Çocukları sabahları hizmetçi uyandırıyor hem de sevgi gösterisinde bulunarak. Hizmetçi için ne eziyet edici bir durum.

Ailecek televizyonun karşısına geçiyorlar hepsi yayılmış televizyon seyrediyor. Çocuklar kanepede yayılmış hizmetçi kız yerde bir köşeye ilişmiş evin küçük oğlu ileride yönetmen olacak oğlan kızın boynuna kolunu atmış ekrana bakıyorlar.

Herkes mutlu görünüyor sanki anne bu mutluluğu bozmak ister gibi belki varlığını hatırlatıyor. Hizmetçi kızdan kocasına çay getirmesini istiyor. Kız yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan kalkıp mutfaktan çay getiriyor.

Bir adamla yatıyor. Bizim zamanın ülkücüleri gibi bir şey. Onları bir meydanda eğitiyor adamın teki. Bir profesör de onlara meditasyon yaptırıyor. Gözleri kapalı tek ayaklarının üzerinde nasıl duracaklarını gösteriyor. Tabi hiçbiri duramıyor.

Kız hamile kaldığını söylemek için oğlanı bulmaya gidiyor, yollar çamur, su göletleri var, göletlerin üzerine tahta koymuşlar insanlar geçsin diye.

Ve bir seçim arabasından anons yapılıyor. Şehrimizin bilmem kim saygın beyefendisi şimdi size bu meydanda altyapı sorunları ile ilgili konuşma yapacak deniyor. Şehrin altı üstüne çıkmış, bağırsakları meydanda. İnsanlar çamur içinde yüzüyor. Bir adamı meydanda havan topunun içinden bir ağın içine fırlatıyorlar. Ve herkes bravo diye alkışlıyor.

Dünyanın her yeri Meksika anlayacağınız.

Doğal afetlerden siyasi olaylara kadar hikayenin anlatıldığı döneme denk gelen olayları da Roma filmine sığdırmış yönetmen.

Bir çocuğun gözünden anne babasının halleri en çok ilgimi çekti benim.

İlk sahne muhteşem. Avluya dökülen su. Babanın arabasıyla aynı genişlikte olan avluya çok rahat elinde sigarası radyoda müzik tereyağından kıl çeker gibi tek bir çiziksiz girişi.

Aynı arabayla başka zaman annenin avluya girerken arabanın bir tarafını komple duvara kaptırması.

Kocasının kendisini aldattığını öğrenince arabayı satıp kendine aldığı küçük modern arabayla havalı bir şekilde avluya girişi, güzel sahneler.

Bir de ilk defa Netflix’te yayınlanan Türk dizisi The Protector’u seyrettim.

Dizinin sonu bana orgazm olunmamış bir sevişme halini hatırlattı.

Oysa Netflix dizi ahlakı her bir sezonda doyuma ulaşmaktan ibaret.

Bu dizi yoğunluğunda tam 10 bölüm sonunda başlamaya hazır kıvama gelen diziyi ben neden 5 ay bekleyeyim. Şayet ben yazmadıysam. Saçma.

Bizim dizilerimizde birinci bölüm seyirciyi hazırlama aşamasıdır. The Protector tam on bölüme yaymış seyirciyi hazırlama aşamasını. Devamı da 5 ay sonra. Oldu, diyorum.

Bir başka seyrettiğim dizi “Black Mirror: Bandersnatch” interaktif dizisiydi. Senarist ve hikayeci olarak senaryoya dahil olmayı manyak sevdim. Hissettiğim duygudan korktum. Bilgisayar oyunlarını hiç bilmem ama bu bendeki bağımlılığın onları da kapsadığını keşfettim.

Hikayenin kavşaklarında iki alternatifle seyirciye soruyor kahramanın ne yapması gerektiğini sen de seçim yapıyorsun. Gerçek hayattaki gibi seçim yaptığını sandığını hissediyorsun ama olsun, zaten bünye alışık bu duruma o yüzden pek etkilenmiyor durumdan.

Hikayenin sonucunu değiştirdiğini düşünme hissi hoş, bir de dahil olma hissi güzel.

Seninle konuşuyor kahraman, ekranda cesedi kessin mi, gömsün mü, diye alternatifler çıkıyor. Ben madem hikayenin içindeyim yansın dünya kafasıyla kessin ulan dedim. Kahraman havaya bakıp sanki tanrıdan cevap gelmiş gibi. Vay dedi tamam. Sanki benimle alay etti.

Bir başka seçimde göm dedim sonuç değişmedi. Olayın akışı yani. Benim duygum değişikti sadece.

Tavsiye ederim değişik kafalar.

Fazla uzatmamayım. Sizi özledim. Yazmayı özledim.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.