Yıllar yıllar evvel, zannedersem milenyumun başları, klasik müziği yeni yeni dinlemeye başladığım zamanlarda, iki güzel insanın, değerli dostlarım tiyatro sanatçısı Memet Ali Alabora ve piyanist Emir Gamsızoğlu’nun Dokuz Eylül Üniversitesi’nde gerçekleştirdikleri “Notada Yazmayanlar” adlı müzikli söyleşiye gitmiştim.

Kendilerinin tabiriyle, “onlara keyif veren bir şeyi daha çok insanla paylaşma” düşüncesiyle bir dönem il il gezerek bu tür söyleşiler yapan Alabora ve Gamsızoğlu ikilisi, 21 Mayıs 2003’te İzmir’e geldikleri gün söyleşide, klasik müzik repertuvarından özenle seçtikleri eserleri dinletmişlerdi.

Barok dönem bestecisi Vivaldi’den, Rus besteci Çaykovksi’den, piyano edebiyatının en nadide eserlerini yazmış olan besteci Chopin’den bahsetmişler, onların eserlerine atıfta bulunmuşlar, tadımlıklar sunmuşlardı.

O gün dinletilen eserlerden biri de müzik tarihinin gelmiş geçmiş en büyük bestecilerinden Ludwig van Beethoven’in 5. Senfonisi idi. “Kader” diye de bilinen Senfoni’yi ilk olarak o gün orada duymuştum.

Senfoniye “kader” denilmesinin nedeni, ilk dört notanın “kaderin kapıyı vuruşunu” simgelemesiydi. Beethoven’ın, sağırlığının gittikçe çoğalmasına karşı bir isyandır aslında 5. Senfoni. Büyük bestecinin bu durumu “Kulaklarımın kötü duyması beni bir hayalet gibi her yerde takip ediyor. Buna karşın fizik ve düşünce kudretim her zamankinden daha güçlü” diye tarif ettiği rivayet edilir. Zira Senfoni’de duyulacağı gibi o dört nota eser içinde tekrarlanagelir.

Bir müzisyen için hayatta en kötü şeylerden biri sayılabilecek “gittikçe duyamama” sorunu olarak kader kapıyı vuruyordu ama; Yaşar Kemal’in deyişiyle, insanoğlu umutsuzluktan umut yaratandı ya hani, işte Beethoven da aralarında 9. Senfoni’nin de bulunduğu birçok eserini sağırlığı döneminde yazacaktı. Bu âdeta kadere bir meydan okumaydı.

Yalnız müzik tarihinin değil, insanlık tarihinin en güzel yaratılarından birine imza atmıştı Beethoven; yüzyıllar boyu dinlenecek ve dinleyen(ler)in yaşamında da “kadere başkaldırı” olacak bir esere. Çünkü klasik müziği tanımayı bir dönüm noktası saydığım yaşamımda 5. Senfoni ile tanışmam kadere bir isyan gibidir. 

Literatürde yüzlerce, binlerce beste varken, insanın bu eser ile kaderinin etkilendiğini düşünmesi, bir tesadüf müdür bilinmez ama müzik, kayıtlar edinmem, konserlere gitmemle günlük yaşamımın bir parçası olacak ve hattâ viyolonsel çalacak kadar haşır neşir olduktan sonra anlayacaktım ki; bir kere bu virüsün bulaşması bana fark edememiş olduklarımı fark ettirecekti.

Müziğin yaşamımdaki yansımalarının hangilerinden bahsedeyim ki?

Bir kere Akademi’de müzik eğitiminin yanı sıra bana çok okumamı öneren ve konserlerden, temsillerden konuştuğumuz, dostluklar kurduğumuz çok değerli hocalarım, arkadaşlarım olacaktı.

Müzik eğitimi sırasında belki saatlerce enstrüman çalışmam dolayısıyla emek benim için önemli olacaktı, belki de grup çalışmalarında birlikte müzik icra ederken diğer enstrümanların sesini dinlememle, ifade olunan düşünceleri dinlemeyi öğrenecek; tüm enstrümanların birlikteliği ise farklılıkların kusursuz birlikteliğini görebilmemi sağlayacaktı.

Çok sonraları ise çoksesli müzik veya bir orkestra ile çoğulcu bir demokratik yönetim arasındaki benzerliğe dikkat kesilecektim.

Konuyu şef ve kemancı Hakan Şensoy’un tarifiyle izah edelim.

Müzik tarihindeki en önemli olay, polifoninin (çok seslilik) bulunmasıysa, çok sesli insanlık tarihinin en önemli olayının da Ortaçağ’da demokrasinin gelişme süreci içinde İngiltere’de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum’un (Büyük Sözleşme) ilan edilmesi olduğunu ifade eden Şensoy şöyle devam ediyor:

“Günümüz müziğinin orkestra düzenine baktığımızda demokrasinin olmazsa olmaz en önemli enstrümanı güçler ayrılığı ilkesinin, topluluk yapısında doğal olarak var olduğunu ve yaşamını sürdürdüğünü görürüz. Güçler ayrılığı ilkesi; yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidarın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir. İşte orkestralarda da bu üçlü sistem geçerlidir. Yasama görevi bestecide, yürütme görevi orkestra üyelerinde ve yargı görevi de orkestra şefindedir. Tüm nüansları o gözetir ve sunum için kuralların doğru olarak uygulanmasını sağlar.  Ayrıca orkestralarda din, cinsiyet ya da her türlü ırk, etnik köken ya da azınlık hakları ayrılmaksızın çalgısını çalabilen her birey yasama, yürütme ya da yargı işlevini yerine getirebilir. Bu kısa açılım bizlere çok sesliliğin bir besteleme yöntemi olmadığı, bir yaşam biçimi, bir fikirsel evren olduğunu sorgulama fırsatı tanımıştır. Ancak en önemlisi, orkestra, güçler dengesinin eşit, keyifli ve bir o kadar da disiplin içinde dağıldığı/dağıtıldığı bir yaşam şeklidir.”

Çok sesli müziğin toplumsal yaşamda böyle bir karşılığı var. Ancak klasik müziğin bu işlevinden çok, müziğin beğeniye hitap ettiğini düşünürsek, asıl onu dinlediğimizde ondan alacağımız haz veya duyacağımız mutluluk müzik tercihimizi belirlemeli.

Bu düşünceyle ifade edecek olursak, insanın keyif aldığı güzel bir şeyi paylaşma isteği, tıpkı futbol konuşur gibi, bestecilerden, eserlerden, yorumculardan söz etmemize vesile oluyor, hepsi bu.

Gittiğimiz konserlerde ve edindiğimiz kayıtlarda orkestraların, sanatçıların eserleri yorumlama tarzı, virtüözitesi ve o icrayı “biricik” ve “eşsiz” kılan özelliklerden bahsediyor, Alabora ve Gamsızoğlu’nun müzikli söyleşilerde ve uzunca bir süre klasik müzik dergisi Andante’de yaptıkları gibi “Notada Yazmayanlar”ı konuşuyoruz aslında.

Beethoven’in bugün doğum günü!

Wolfgang Amadeus Mozart’ın “Bu çocuğa iyi bakın, bir gün tüm dünya onu tanıyacak” dediğinde 10 yaşında olan çocuk bugün 245 yaşında.

16 Aralık 1770’te Almanya’da dünyaya gelen besteci, dokuz senfoni, beş piyano konçertosu, bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve pek çok oda müziği eseri bestelemişti.

TRT Radyo-3’teki “Yorumlar Yorumcular” programından ve müzik yazarlığından da tanıdığımız Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Makal hoca, Sanattan Yansımalar’da kaleme aldığı bir makalesinde Beethoven’in piyano sonatları için şöyle diyor:

“Her piyanistin gönlünde, bu sonatları seslendirmek ve kayda almak yatar. Bunu gerçekleştirebilen sanatçıların sayısı ise azdır. Bu sonatları çalan ve kayda alan piyanistler arasında Richter’den Horowitz’e, Rubinstein’dan diğerlerine, müzik tarihinin hangi büyük piyanisti yoktur ki?”     

Müzik tarihinde böyle bir yere sahip bestecinin yaşamı da nice filmlere, kitaplara konu olmuştu.

Beethoven, yaşarken en güzel bestelerinden “Kader Senfonisi” ile birçok insanın kaderini etkileyeceğini veya değiştireceğini tahmin etmiş miydi elbette bilinmiyor ama belki bu yazı hem ona hem de yazının girişinde ifade ettiğim üzere onun bu eseriyle tanışmamı sağlayan Memet Ali Alabora ile Emir Gamsızoğlu’na vefa borcunu ödememe vesile olur.

Beethoven’a “İyi ki doğdun!” diyelim ve sözü müziğin kaderini değiştirdiğini düşündüğümüz son yıllarda yıldızı parlayan şeflerden, Gustav Dudamel’in yönettiği Venezuela Simon Bolivar Senfoni Orkestrası’nın yorumladığı 5. Senfoni ile müziğe bırakalım.