Uyuyamıyorum.

En derin uykum bir filmin jenerik müziği kadar.

Bunu ölçebiliyorum çünkü salondaki kanepeye, televizyondaki filmlere musallat oldum.

Kocam her gece uyumaya giderken, “benimle uyumayacak mısın?” diyor. Gelirim bir ara, diyorum.

Geceleri uykuya dalıp dalıp çıkıyorum. Evin içini turluyorum. Yatakları geziyorum. Balkona oturup geceyi seyrediyorum. Apartmanların ışıkları yanan pencerelerine bakıyorum. İnsanların hangilerinin ışıkta uyuduğunu, hangilerinin uyanık olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum.

Bir sosyolog değilim. Ama uyumam lazım, diyerek uykuya yatanlara özeniyorum.

Bu sıkışmışlıkta üreten biri de değilim, geceleri bir süs bitkisi gibi sadece nefes alıp veriyorum.

İnsanların aptallığına küskünüm, kimseye söyleyecek bir sözüm yok. Seyretmek de istemiyorum.

Film seyrediyorum, çünkü seçtiğim filmlerde gördüklerim hayalimdeki insanlara olan umudumu besliyor.

Bir yazının başına oturmak demek en azından bir kişiyi kendine muhatap almak demek, benim muhatap almak istediğim hiç kimse yok.

Küskünüm.

Hayal kırıklıklarım içinde boğulmaktan yorgunum.

Bir rüya hatırlıyorum.

İnsanların dünyadan olmayan yaratıklar tarafından öldürüldüğü bir rüya.

Ölmemek için kaçışan insanlar.

Kaçmalarının saçmalığı.

Oysa öldürülmeleri bir bitişi hızlandırmaktan başka bir şey değil. Onların ölüm diye adlandırdığının yaratıklar tarafından sadece sonlandırma olduğunu anımsıyorum.

Çünkü hayat yeniden başlayacak ve o yenidünyada eski olan hiçbir şeye yer yok.

Bu dünyada aklını yitirmiş, kötülük ya da iyilik değil aptallığa bulanmış insanlığın görevinin bu bitişi hızlandırmak olduğuna inanıyorum.

Uykuya direniyorum.

Ne kimsenin rüyası olmak ne de rüyalarda yaşamak istiyorum.

İyilikle Görüşelim.