“İnsan her şeyin ölçüsüdür”.
Protangora

Her insan, 7.5 milyar dolayında olan insanlık ailesi içinde biriciktir, kendisine özgü değeri vardır. Bu değeri, kendisi başta olmak üzere hiçbir kişi, kurum yetkili ortadan kaldıramaz. İnsan olarak doğan her bireyin, insan hak ve özgürlüklerini kullanma, insan onuruna uygun biçimde yaşamaya hakkı vardır. Yerküre’de kurulmuş olan tüm toplumsal yapılar, uygarlıklar insana değer verme noktasında birleşmek zorunda kalmışlar.

Son günlerde, ölüm oruçlarıyla başlayan gelişmeler bu tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Tutukevlerinde 7 bin dolayında insanın açlık grevinde olduğu belirtilmekte. Son eylemlerde, tutukevlerinden 8 insanın ölüsü çıktı. Bu ölümlerle henüz hiçbir sorun çözülmüş değil.

Gencecik insanların canlarını pazarlık konusu yapacak hiçbir haklı konu olamaz. İnsan yaşamı en üst değerdir.

Abdullah Öcalan hücresinden çıkabilir, Kürt Sorunu öyle ya da böyle bir biçimde çözümlenebilir, ancak bu giden canlar bir kez daha yaşama dönemeyecekler. Yürekleri yanan anaların acıları hiç dinmeyecek. Ölenler bir kez daha soluk almaya başlayarak yaptıkları işin yerinde bir iş olup olmadığını değerlendiremeyecekler. Eylemlerini sorgulayıp öz eleştirilerini yapamayacaklar. Doğrularını ya da yanlışlarını göremeyecekler. Onlar sevdiklerine bir çiçek uzatamayacaklar. Bir çocukları olmasını sağlayarak yanaklarından öpemeyecekler.

Yazık değil mi bu insanların yarım kalan yaşamlarına?

Susarak öldürmek

Bizim sözde aydınlarımız, yazar-çizerlerimiz, kamuoyumuz, insanları “susarak öldürme”yi başarmakta. Susmanın suça ortak olmak, güçlünün, haksızın yanında yer almak olduğunu kavrayamamış durumdayız. Sorunların susarak değil konuşarak, güçlünün değil haklının yanında yer alarak çözülebildiğinin ayırdına varılamamakta.

Yazarlar, çizerlerden neredeyse çıt yok. İnsan Hakları örgütleri yeterli düzeyde ses çıkaramamakta. Kamuoyu her olayda olduğu gibi bu ölümler karşısında da suskun. Örgütlerle devlet arasına sıkışmış ailelerden de yeterli tepki yükselememekte. Devlet de, ölenleri yönlendirenler de kendi isteklerinin yerine gelmesini, karşı tarafın havlu atmasını beklemekte. Kamuoyunu ceviz kabuğunu doldurmayacak konularla oyalamayı becerenlerden böylesine önemli konularda hiç ses çıkmamakta. Taraflara geri adım attıracak adımların atılmadığı gözlenmekte.

Gencecik insanların yaşamlarını noktalayacak ölçüde ruhsal yıkımlara uğramasına katkısı olan her kes bu ölümlerden sorumludur. Ölümlerin durdurulmasına ses çıkarmayan her kes de bu suçun ortağı.

Kamuoyu tepkisi olmadan bu tür sorunların bitmesi olanaksız.

Ruhsal yapının çıtası

İnsanın ruhsal yapısı, içinde bulunduğu koşullara göre değişime uğrar, yeni niteliklere bürünür. Tutukevinin dört duvarı arasında sınırlandırılan yaşamları sürdürmek zorunda bırakılanlarla, her gün gezip tozup istediği yere giden, istediğini yiyip içebilenlerin ruhsal yapıları farklı çizgilerde ilerlerler. İki ayrı yaşam sürdüren insanlardan olumlu davranışlar beklemek yersizdir.

Elinde yapacak başka bir şey kalmayınca canını ortaya koyup ölüme koşmak kolay bir iş olmasa gerek. İnsanın her koşulda, her güçlüğe çözüm üretecek yetenekte olduğu bilinmekte. En azından bunu özlemek, beklemek gerek.

Hiçbir şey insan yaşamından daha değerli değil. Uğruna öldüğünüz olay, kişi, değerlerden hiç biri insan yaşamından daha önemli değil.

Yerküre’de hiçbir olay, bir insanın kendi yaşamına son vermesini gerektirecek boyutlarda olamaz. Nedeni ne olursa olsun insanın kendi yaşamına kıyması anlaşılır bir eylem olmaktan uzak.

İnsanlar sevdiklerini, eşlerini, dostlarını bırakarak yaşamlarına son verme noktasına gelmişlerse, ortada cana tak dedirten baskılar, haksızlıklar, uygulamalar var demektir.

Bir insanın kendisini yok etme güçsüzlüğüne düşmesi anlaşılması güç bir iş.

İnsanları canlarından bezdiren acılar olabilir. Bu acıları yaşamına son vererek dindirmenin anlaşılır bir yanı yok.

Bu insanlar doğru olduğunu düşündükleri işlerde eyleme geçmişler. Öldürme, vurma, kırma eylemlerine bulaşmayan, yalnızca bir araya gelerek bir şeyler yapma girişimlerinde bulunan insanları yıllarca tutukevlerinin beton duvarları arasında inletmek, onlardan öç almak, çağın insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşan bir tutum değil.

Susmak çıkar sağlamaktır

Bu ölümlere sessiz kalanların, ölümlerden yarar sağlayanlar oldukları açık. Yarar sağlayanları kızdırmamak için suskunluğu seçenler de bir başka yararcı kesimi oluşturmakta.

Ölenlerin bedenlerinin toprağa verilmesinde bile ince hesapların yapıldığı gözleniyor.

“Hapishanede bir terörist öldü” diyerek kinlenmek ya da sevinmek hiçbir çözüm getirmez. Çözüm için herkesin elini taşın altına koyması, çözüm yolları bulmaya, çözüme gidecek yolları döşeyecek öneriler üretmeye çalışması gerekmekte.

Anne-babaların çocuklarının ölülerini toprağa vermesine saygılı olamayanların barış getiremeyecekleri ortada. Toplumun bunları görerek tutum alması kaçınılmaz.