Yerel savaş, affedersiniz yerel seçimi geride bırakalı 21 gün oldu. Gerçekten psikolojik bir savaş yürütüldü yerelde. Yalan değil.
Bu savaş propagandalarının etkileri görülmeye başlandı bile.
Sıcak savaşta, savaş bitti, denilince herkes barış için çaba sarf eder. Görüşmeler görüşmeler görüşmeler… Sonuçta biten bir savaş. En çok sevinenler ise herkes: askerler ve askerlerin anne ve babaları, yakınları. Savaşla korkutulan çocukların halinden bir anlayan olsa… Sevinen herkestir, ayırımsız.
Savaşan ülke halkları samimi ve kalıcı dostluklar kurmaya başlarlar. Eski iki düşman halk arasındaki samimiyet, birçok devleti kıskandırmayı bile başarır. Neredeyse, “iyi ki savaş oldu ve bitti” denecek oluyor.
Ama yerel savaş sonuçları öyle olmuyor maalesef.
Birileri isteyerek ya da istemeyerek, Türkiye İttifakı’ndan bahsediyor. Tamam dersiniz, savaş baltaları gömüldü, diye sevinirken; başka biri, tamamen karşı çıkıyor.
Neden?
Seçim öncesinde o kadar atıp tuttular ki, birileri hala o etkiden kurtulamadı. Hala savaş alanında geziniyor.
Birilerinin oy devşirmek için söylediklerini ciddiye alanlar, o gün söylenenlerin sonsuza kadar süreceğini zannediyor. “Aman efendin, bitti o kâbus, seçim bitti”, demesi gerekiyor birilerinin. Belki de hepimizin.
Hepimiz, seçimler bittiğinde neler olması gerektiğini ballandıra ballandıra anlatırız da; ama seçimler yokken ne idiysek, şimdi de öyle olsak demeyi içselleştiremedik. Kitleselleştiremedik. Seçimden önce savaş halinin normal olduğunu kabullendirdiler bize. Dolayısıyla sonrasında da kalıcı bir kin ve nefret…
Peki, bunca yalan iftira ve kışkırtıcılıktan sonra “birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız’ı” hiç düşündük mü?
Sorun değil, seçimden sonra tükürdüklerimizi yalarız, yani.
Ne yazık ki, yerel savaşların başı ve sonu belli olmadığı gibi, barış atmosferini yakalamak da ülkemizde çok zor. Aracıları yoktur. Etkileri yıllarca derinleşerek sürer. Sıcak savaş sonuçlarında olduğu gibi hiçbir zaman tatlıya bağlanması mümkün olamamaktadır. Kitleler arasına kırgınlık ve düşmanlık girdiyse, ne yapacağımızı şaşırırız. Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı açıklayın bakalım. Ana muhalefet liderinin, ‘gideceği yerleri aldığı oy oranlarına göre belirlemesini’, söylemenin akla, mantığa sığar bir tarafı var mı Allah aşkına. Başka biri halka megafonla seslenerek: ‘Dağılın artık. Mesajınızı verdiniz, şimdi sakin olun’ şeklinde özetlenebilecek bir konuşma yapıyor. Sanki, normal bir şey yapmışlar da artık yeter, olarak anlıyorum ben. Siyasiler içtenlikle bir açıklama yapamıyorlar. Lanetleyemiyorlar. Çün, hala yerel savaşlardan kalan kinlerini dindiremediler. Hala sağlıklı düşünemiyorlar. Yazık.
Televizyondan Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı seyrederken, herkes aynı fikirdeydi: “Bu saldırı hükümet üyelerinden birine yapılsaydı, saldırı anında her şey bambaşka olurdu”
Provokasyonmuş. İnanmıyorum. Provokasyon olsa bile, bu provokasyona kapılacak insanları provokasyoncular hazırlamadı ki. Siyasiler hazır hale getirdi, şer güçlerinin ellerine patlamaya hazır bir silah olarak verdiler.
Yazık.
Nereye gidiyoruz?
Bu olaylar, bir film jeneriğini hatırlattı bana. Hatırladığım bu filmin yukarıda anlatılanlara benzer birçok jeneriği vardı. 12 Eylül’ü hatırlayanlar bu filmi çok iyi hatırlayacaklardır. Jeneriği aynen böyleydi. Böyleydi. 1970'lerde böyle başlıyordu.
Böyle başlatılıyordu.