İmam Hatip Lisesinde yatılı okuyan Zeynel, öyle güzel Kuran’ı Kerim okur ki, onu dinleyenler başka alemlere dalardı.

Zeynel’in hayatla bir bağı yoktu. Torosların içinde kaybolmuş bir köydendi. Feke, Aladağ arası bir köy işte. Haritada yeri yok. Aladağ’ı bilirsiniz, bir cemaat yurdunda ölen çocuklar nedeniyle bilirsiniz. İşte o çocuklar sadece şimdi değil, yıllar yıllar önceden gidiyordu ya devletin imam hatip lisesine, ya da cemaat yurduna. Zira eğitimde barınma mevzusu önemlidir. Yoksul halk çocuklarının ise başka kurtuluşu yoktur.

Zeynel ilkokulda hafız oldu. Ortaokul ve lisede şöhreti tüm bölgede aldı yürüdü.

Bir sesi var Zeynel’in, bir Kuran okur Zeynel, dağ taş imana gelir. O biçim bir ses. O biçim içten, o biçim yanık, o biçim hüzünlü, o biçim işte.

Zeynel yörede bir İmam Hatip Lisesinde yatılı okumaktaydı. Sevilen sayılan bir öğrenciydi. Dersleri vasattır. Lazım da değildir fazla bilgi. Bir sesi var ki her şeye yeterdi. Bir Kuran okumaya başlaya görsün hareket eden her şey durur ve dikkat kesilirdi sesine.

Ben bu hikayeyi duyduğum zaman abes bir benzetme olacak ama nedense Alman Patrick Süskind'i Koku romanındaki kahraman Jean-Baptiste Grenouille aklıma geldi. Nasıl mı? Bir şeye doğuştan yetenekli doğmakla alakalı bir benzetme. Sadece budur.

Zeynel bir Cumartesi günü yatakta uzanmış, üst ranzaya büyük bir karton kağıda yazdığı Duha suresini okurken, Korkak Memet lakaplı nöbetçi öğretmen gelir, Zeynel görmez, duymaz geldiğini. Zira hep bir aşk, hep bir huşu halinde. Hele ki Duha suresini okurken. Haşa rabbin ayetleri arasında bir ayrım olmaz, lakin döne, döne Duha’yı okurdu.

İşte Korkak Memet (h harfi yok, hikayesi uzun) bir tekme ve akabinde bir yumruk sallar ki Zeynel’e, ah değerli okur, bilsen o yumruk nasıl ve hangi ızdıraplar sonucunda sallanmıştır, asla kızmaz, kızamazdın, nöbetçi öğretmen Memet’e.

Ağlar Zeynel, hıçkıra hıçkıra, sonra bir an, bir yerde durur. Çıt çıkmaz. Gözünü bir yere diker kalır.

Hademeye göre kilitlenmiş, Felsefe Grubu Öğretmenine göre şoka bağlı bir travma geçirmekteydi.

Hemen müdüre haber ulaştırılır. Koşarak gelir, müdür. Zira o tacir, tüccar deyyus müdürün ilçe milli eğitim müdürlüğüne doğru tırmanacağı basamakların en önemlisiydi Zeynel. Bir şey olacaksa bu çocuk sayesinde olacaktı. Müdür Zeynel’in aynı zamanda menajeri gibiydi. Ne bilsin saf, dünyadan habersiz Zeynel.

Kızılca kıyamet kopar ilçede, korkak Memet bayılır ayılır, küçüldükçe küçülür korkudan.

Hastane, hoca fayda etmez kilitlenmiştir Zeynel, yataklara düşmüştür öğretmen Memet.

Memet hayata öfkeli ve ezik. Oysa öyle miydi eskiden, o Mehmet Hocaydı. Koca öğretmendi. Faşistlerin en yoğun olduğu Elbistan’da bile Eğit-Sen sendikasını kuran adamdı. Heyhat 15 gün işkence görüp adını bile dememiş adamdı. Ne oldu da Memet oldu. Anlatayım kısaca değerli okur. Bir eşi var ki Memet’in düşman başına, tutturdu bizim ilçeye tayin isteyelim diye. Babasının ailesinin, akrabalarının, atalarının ilçesine, tayin çıkınca da, kadın daha bir çamurlaştı, daha bir ezikledi, hayata dair tüm inancını, enerjisini emdi gitti koca Mehmet Hoca’nın. O da küçüldükçe küçüldü, korktukça korktu, yıldıkça yıldı, vazgeçtikçe vazgeçti. Hiç oldu. Memet oldu. Sadece bu değil, uzun bir hikaye…

Zeynel’e izinler yazıldı. Okul yatakhanesinde direk müdürün kontrolünde, ilgi ve alakasında tutuldu.

Lakin Zeynel susmuştu artık. Kimse ne yapacağını kestiremez.

Bir sabah bakarlar ki Zeynel yok. Kaçmış.

Zeynel Adana’ya kaçar. Adana yaza hazırlanıyor. Cayır cayır yanıyor şehir. Rabbin cehennemi gibi.

Nereye gider, ne yapar, ne bilsin Zeynel. Bir camiden, o camiye… Üç gün geçer, camilerde uyur, tuvaletlerde yıkanır, cemaat ne verdiyse onu yer.

Adana eski otogarı civarında gelen geçenin çok olduğu parkta bir ağacın altında bağdaş kurmuş Zeynel ağzından tek bir sözcük çıkması için zorlar kendini, uğraşır, uğraşır durur.

Bir adam gelir gölgeliğe oturur. Bakar yüzüne Zeynel’in. Acı bir çığlık görür yüzünde, acı bir çığlık. Zeynel zorlar kendini, mırıldanmaya çalışır. Bir insan sarrafı olan adam tam Zeynel’in karşısına bağdaş kurar, dudaklarını okur sanki, Duha süresini okur adam, ardından Zeynel, ardından adam, ardından Zeynel… Uzun zaman sürer gider. Nihayet sesi açılmıştır artık Zeynel’in.

Hızır Aleyhi Selam değildir adam lakin o da Hızır gibiydi. Adam, Nazım Hikmet’in şiirinde yazdığı;

Âkif büyük şair, inanmış adam./ fakat onun, ben, / inandıklarının hepsine inanmıyorum. / Meselâ, bakın : / «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.» / Hayır, / gelecek günler için / gökten âyet inmedi bize. / Onu biz, kendimiz / vaadettik kendimize.”

Yeryüzünde adaleti sağlayacak bir cennetin peşine düşmüştü adam. Cüretini işçilerin heybetli fikrinden alıyordu.

Velhasıl tanıştılar. Adam çağımızın bir dervişidir. İnandığı davaya hayatını vakfetmiş biri. “Kocaman elleri vardı. Demir’den bir Hacı…” gibi der Zeynel, o günü anlatırken dostlarına.

O Haziran akşamı derviş misali adama konuk olur Zeynel. “İşte o gün başladı benim hikaye, o gün tanıdım solcuları” diye anlatır.

Daha sonra imam olur Zeynel.

O köyden, bu şehre sürülür ömrünce. Lakin o gün, bu gündür, her Cuma hutbesinde, yeryüzünde alın teri ile kurulacak bir cennetin müjdesini verir, kendi lisanıyla, Anadolu’nun camilerinde…