Gezi Davası Kararı, ülkemiz insanının büyük çoğunluğunun, insanlık ailesinin yüreğini sızlatmış, Yargı’ya güven duygusunun bir kez daha dibe vurmasına neden olmuştur.

Karar ülkemizle sınırlı kalmadı, tüm Dünya’da yankı buldu. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, çoğu zaman olduğu gibi Dünya’ya yalnız kaldılar.

Toplumun değişik, özellikle insan hakları savunucuları, sanatçılar, yazarlar, demokratik duyarlılıkları olan kesimlerinden tepkiler yükseldi, bu yükseliş sürmekte.

Gazi Davası Kararı’yla ilgi İHD İskenderun Şubesi’nin açıklaması şöyle:

ihd-2

“25 Nisan’da Gezi Parkı Davası’nda verilen vahim kararla yargının adalet dağıtıcısı olmaktan çıkıp siyasal iktidarın baskı aygıtına dönüştüğü ve adaletsizliğin kurumsallaştığı artık hiçbir şekilde örtülemeyecek kadar çıplak hale gelmiştir.

İstinaf mahkemesi tarafından beraat kararının bozulmasının ardından 2021 yılında tekrar görülmeye başlayan Gezi Parkı davasının görülen karar duruşmasında, bu ülkede adalet bizzat yargıçlar eliyle bir kez daha derin yara almıştır.

Duruşmada İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 1637 gündür keyfi bir şekilde tutuklu olan Osman Kavala’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs gerekçesiyle, takdir indirimi olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’ın ise hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmek gerekçesiyle 18’er yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetti. Mahkeme ayrıca yedi kişinin duruşma salonunda derhal tutuklanmasına karar verdi.

Bu kabul edilemez kararla sadece yaşadığımız ülke için değil tüm yeryüzü için adalet talep eden insan hakları savunucularına yargı eliyle zulmedilmiştir. Karar tümüyle akla, vicdana ve hukuka aykırıdır. Çünkü adeta bir komediye dönüşen yargılama sürecinin hiçbir aşamasında hak savunucuları hakkında cezalandırılmalarını gerektirecek, her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı hiçbir delil ortaya konulamamıştır. Var olan tek delil ise Yargıtay içtihatlarına göre yasak kabul edilen kanuna aykırı dinleme kayıtlarıdır. Nitekim, mahkemenin karşı oy kullanan üyesi de “dosyada yer alan söz konusu dinleme kayıtlarının yasak delil mahiyetinde olduğunu, dolayısıyla da hükme esas alınamayacağını” karşı oy yazısında açıkça ifade etmiştir.

Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Osman Kavala’nın Gezi olayları sırasında güç ya da şiddet kullandığına, şiddet içerikli fiilleri teşvik ettiğine ya da bu fiillere izin verdiği veya bu türden suç oluşturan hareketlere destek sağladığına ilişkin herhangi bir delil bulunmadığını ısrarla dile getirmektedir. Daha da ötesi AİHM, Osman Kavala hakkında suç olarak iddia edilen konuların tümüyle temel hak ve özgürlüklerin kullanımına ilişkin olduğunu belirterek Türkiye aleyhine ihlal kararı vermiştir. Ayrıca AİHM, Kavala’nın tutukluluğunun bir tedbir olmaktan öte, ulusal ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ve tamamen siyasi amaçlarla sürdürüldüğünü vurgulamaktadır.

Osman Kavala, Mücella Yapıcı ve diğer insan hakları savunucularına verilen “ceza”, yurttaş olmanın gereği olarak yapılan toplumsal ve demokratik “itiraz”ın cezalandırılmasından başka bir şey değildir. Bu kararla, yargının adalet dağıtıcısı olmaktan çıkıp siyasal iktidarın baskı aygıtına dönüştüğü ve adaletsizliğin kurumsallaştığı artık hiçbir şekilde örtülemeyecek kadar çıplak hale gelmiştir.

Gezi, nasıl ki yurttaşların hak ve haysiyet mücadelesinin ifade bulduğu tarihsel bir an ise; bu vahim karar da çok daha koyu bir karanlığa yönelişin tarihsel eşiğini oluşturmaktadır. Bu kararla birlikte zaten içinde yaşadığımız zor ve baskı ortamının daha da katmerleneceği ilan edilmiştir. Buna rağmen, şimdi acil görev ve sorumluluğumuz böylesi bir baskı ortamının bizleri teslim almasına izin vermemektir. Topluma reva görülen bu adaletsizliğin karşısında kayıtsız ve sessiz kalmamalıyız. Aksine insan hakları ve demokrasi ilkelerine sahip çıkmakta, hak siyaseti yapmakta ısrar etmeliyiz.

İnsan haklarına saygının, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün korunması için yıllardır mücadele eden bir kurum olarak, bu kararı en sert şekilde kınıyor ve reddediyoruz. Siyasal iktidara öncelikle Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi’nin tüm hükümlerine uygun bir şekilde insan hakları savunucularını korumakla yükümlü olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Yanı sıra siyasal iktidarı yargı üzerinde sürdürdüğü baskıya derhal son vermeye, Anayasa’ya ve başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) olmak üzere imzalanan uluslararası sözleşmelere ve bu bağlamda oluşan yükümlülükler gereği AİHM kararlarına uymaya davet ediyoruz.

Hak savunuculuğu cezalandırılamaz.

Hak savunucuları üzerindeki baskı ve yargısal tacizlere derhal son verilsin!  28.04.2022”

Ayten Kılınç

Şube Eşbaşkanı

Gezi Davası Kararı, Yargı organının bir kararında, suçtan aklanma “berat” kararı verdiği, başka bir kararda, “takdir indirimi olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla” yaptırıma uğratılması, hukuksuzluğun dibe vurduğu bir ülke durumuna geldiğimizi gözler önüne serdi. İki karar arasında gözlenen uçurum, Yargı kararlarının küresel hukuka göre değil, siyasal istemlere göre oluşturulduğunu ortaya koydu.

Bazı yargıçlar sanıklara berat kararı, bazı yargıçların aynı kişilere yaşam boyu tutukluk, 18 yıl tutukluluk kararı verebilmelerinin mantıkla açıklanabilecek bir yanı yok. Bu ülkede yargıçlar bu denli özgür, geniş yetkileri nasıl kullanabilmekteler? Bunun bir sorumluluğu yok mu?

Hukukun siyasal istemlere göre işlediği toplumlarda, ülkelerde hiçbir işin düzgün gitmesinin olanağı yoktur.