Dokuz yıl önce Gezi olaylarının başladığı 2013 yılının Haziran ayı Türkiye için farklı bir dönemin başlangıcıydı. O gunlerin sıcak konusu sayılan Barış Süreci’nin dayattığı demokratikleşme talepleri yanısıra, çevreci ve seküler bir refleksle biraraya gelen Taksim Dayanışması’na sabaha karşı ansızın yapılan polis baskını ülke çapında kendiliğinden yükselen tepkilere yol açtı, halk sokaklara çıktı, meydanlar dolup taştı.

Başbakan Erdoğan hükümeti iki yönlü bir sıkışma içindeydi. Bir yanda Kürtlerin silaha sarılmak yerine barışçı bir siyasal mücadeleyi tercih etmelerinin dayattığı demokratikleşme adımları, öte yanda ise hiç beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkan, toplumun laik kesimlerinin özgürlükler temelinde dile getirdikleri, iktidar kanadından gelen özel hayata müdahale sayılacak  ifadelere itirazları vardı.

Dönemin başbakanı Erdoğan bu noktada olayları yanlış okudu ve bu düzlemde  yükselen muhalefetin direnişini kendisine yönelik planlı bir komplo olarak algıladı. Direnişin dış mihrakların oyunu, barış sürecini engellemeye yönelik girişimlerin eseri olduğunu söyledi. Bir günde dört miting yaparak kendi kitlesini  sahneye sürdü. Polis olaylara sert müdahale etti, bu yüzden bütün dünyadan tepkiler geldi.

Kürt siyasi hareketi ise  Gezi direnişine başında mesafeli yaklaştı. AKP hükümeti ile çekilme sürecinin siyasal kazanımlarını henüz elde edememişlerdi. Sınır dışına çekilmenin ve silahların susmasının yaratacağı olumlu havanın bozulmaması için  hükümetten gelecek destekleyici adımları  bekliyorlardı; barışı bozacak bir çatışma ve gerginliğe tahammülleri yoktu. Ama bir yandan da Gezi olaylarının özgürlükler temelindeki taleplerine duyarsız kalmadıklarını ilan ediyorlardı.

SESSİZ İTTİFAK

Elbette Gezi’nin ülke çapında bakıldığında bileşenlerinin gösterdiği dağılımın farklılıkları kafalarda soru işaretleri yaratıyordu. Bu kaçınılmazdı; muhalefet herkesin kendi meşrebinden gelen ideolojik tasavvurlardan bağımsız olamazdı. Önemli olan bileşenler arasındaki sessiz ittifaktı. Bu anlaşma herkese birbirine tahammül etmeyi öğretmişti. Onun için farklı sloganlara rağmen birbirini ötekileştirmeden davranmak direnişin yayılmasını sağladı.

Bazı marjinal kesimlerin arasından çıkan, barışçıl gösterilerin anlamını bozan, güvenli güçlerinin müdahalesiyle kontrolden çıkan bazı taşkınlıklar da vardı ama bu eylemlerin genel havasını bozacak yaygınlıkta değildi. En önemlisi, ulusalcı bileşenler askerî vesayeti hatırlatacak slogan veya söylemlerden kaçınıyorlar, Gezi toplantıları dindar kesimden muhafazakârların da ilgisini çekiyordu. Hatta ülkücü gençlerin bile.

Gezi olayları Taksim’de bir yeşil alanın halkın tercihlerine rağmen yok edilmesine karşı başlamıştı ama özünde AKP iktidarının özellikle son iki yılda artan özel hayata müdahalelerine karşı yükselen  bir muhalefetin eseriydi. Erdoğan yönetimi ise bu tepkileri devlete karşı bir ayaklanma saydı.

Yıllardır iktidara karşı biriken laik refleksler, siyasal geleneklerden bağımsız olarak hareket eden, özgürlüklerinden taviz vermeyen, özgüvenleri yüksek, düşüncelerini yeni sloganlarla ifade eden, mizahı çok iyi kullanan, sorgulayıcı gençler yaratmıştı. Eylemlere katılanlar herhangi bir siyasetin içinden gelmediklerinden geniş kitlelerin gözünde kolayca kahramanlaşmışlardı.

Bu nedenle arkalarından meydanları dolduran siyasi geleneklerden gelen farklı guruplar bu havayı bozacak olumsuzluklardan kaçınıyorlardı. Gezi olaylarından herkes yeni bir şeyler öğreniyordu.

YENİ BİR MUHALEFET

Polisle çatışma ve gerginliğe yol açan eylemlerin zaman içinde azalmasından sonra Gezi ruhu parklarda başlayan demokratik forumlarda yaşamaya devam etti. Daha sonra Ramazan ayının gelmesiyle antikapitalist Müslüman muhalefetin düzenlediği iftar yemeklerine dönüştü.

Bu sahneler Gezi olaylarının arkasındaki dayanışma ve kardeşlik ruhunun göstergesiydi. Hareketin arkasındaki biricik kuvvet buydu. Herkesin birbirini olduğu gibi kabullendiği, hoşgörülü davrandığı, kimsenin ötekine üstünlük taslamadığı, akıl vermediği, konuşma özgürlüğünü kullanmayı teşvik eden bu kaynaşma yeni bir muhalefet tarzı olarak görüldü.

Bu hareketin siyasal anlamda inisiyatifi hiçbir bileşenin elinde değildi. Hareket öz denetimini, sloganlarını, iletişim biçimlerini, tepki tarzlarını kendisi yaratıyordu. Bunun için siyasetin dışında gibi gözüküyorlardı ama siyasetin yeni öznesi olmaya adaydılar. Geleneksel siyasi kesimlerden gelen bileşenler de bundan kendilerine dersler çıkartıyorlardı. Gezi, barışçı eylemlerle sürdürülen müthiş bir deneyim alanıydı herkes için.

Yazımı uzatmak istemiyorum, kısaca demek istediğim şu:

İktidarın başında desteklediği “Barış Süreci” ne kadar siyasi mücadele biçimlerini uzlaşma yönünde dönüştürücü bir potansiyele sahipse, “Gezi Direnişi” de tarihsel bir simegeye dönüşen bir demokratik atılım oldu. İkisi de büyük engellemelerle yok edilmeye çalışıldı. Siyasi hayatımızdaki değişim çabalarına yapacağı katkıları zaman içinde daha iyi anlaşılacak bir adım olarak toplumsal hafızaya yerleşti.