İstanbul saldırısı gerçekleştiği sıralarda televizyon kanallarında Yargıtay, Danıştay ve YSK’nın yapısını değiştirecek yasa tasarısı tartışılıyordu.

Televizyon sunucusunun önüne özenle seçilip konulan konuşmacılar; Yargıtay ve Danıştay kanunlarında gerçekleştirilmek istenen değişiklikle; üyeliklerin 12 yıllık süre ile sınırlandırılacağını, üye sayısının azaltılarak tasarıya eklenen geçici maddeyle de tüm üyelerin görevine son verileceği gerçekliğine durdukları yerden dillerinin döndüğünce açıklamaya çalışıyordu.

Hükümet tarafındaki yeminli hukukçular yargıyı ele geçiren paralel yapının tasfiyesinin ancak böyle mümkün olabileceğini demokratik bir topluma gidecek yolun hukukun üstünlüğü ile gerçekleşeceğine dair bildik refleksleriyle karşılık verirken karşısındakilerde paralel yapının tasfiyesi adı altında tüm hukuk sisteminin tasfiye edileceğini, yargının bağımlı hale getirileceğine vurgu yapıyordu.

Yeminli hukukçular gözümüzün içine baka baka kendi seslendikleri kitlenin zihinsel yapısına uygun cümleler kurarken zekâmızla dalga geçmenin verdiği memnuniyeti dudaklarına yayılan tebessüme yerleştirmeyi de eksik etmiyorlardı. Yanıltma, demagoji bu kadar kıvraklık dansözlere taş çıkartan maharetli çarpıtmıştı bunaltmıştı gecenin konuklarını. Tam bu sırada İstanbul Atatürk Havalimanında iki patlamanın gerçekleştiği önce alt yazı olarak geçti. Ardından canlı bağlantılarla saatlerce yaşanan can pazarı, vahşetin insanların yüzünden kameraya yansıyanlar aktarıldı bildik cümlelerin repliğinde. (Bu arada Yargıtay Danıştay YSK ile ilgili tartışmalı değişiklikler tıkır tıkır geçirilmeye devam etmekteydi.)

Yol geçen haline gelen sınırlarımızdan cihatçılar yine ellerini kollarını sallayarak sızmışlar(!) günlerce keşif çalışması yaptıktan sonra bu menfur saldırıyı (seyirlik bir oyun halinde) gerçekleştirmişlerdi. Putin’le yakınlaşma ve ilişkileri yeniden canlandırma çabalarının devam ettiği bu günlerde Rusya liderine ait basına yansıyan (ona ait olduğu iddia edilen) sözü burada aktarmadan geçemeyeceğim.

Putin 2013 yılında: ”Üç yıl sonra dünya, Türkiye’deki El Kaide terörünü konuşacaktır. Cebinde akrep taşıyan, sonucuna da katlanır unutmayın” demiş. Bu sözün kime ait olduğu Putin tarafından söylenip söylenmediği pek anlam ifade etmiyor bizim için. Çünkü geldiğimiz noktada Suriye politikasızlığının bizi getirdiği son durum uluslararası deneyime sahip cihatçıların yaşam alanlarımızı adeta bir Disneyland’a dönüştürmek üzere olduğudur. Kızılderili atasözünü hatırlatmakta yarar var o:

Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.

Ateş çemberinin içinde bu ateşin sana sirayet etmemesi elbette mümkün değil. Ülke olarak bir de yılların getirdiği derin fay hatlarına sahipsen senin yapacağın en akıllı iş ateşe körükle gitmek değil, kendi iç barışını sağlayacak politikaları hayata geçirecek öngörüye sahip olmandır. Demokratik en küçük bir girişimin bile baskılandığı, gazete yayın yönetmenlerinin, üniversite hocalarının cezaevleriyle tanıştığı süreçte kendi iç barışının temelleri dinamitlenmiş demektir.

Binali Yıldırım’ın gelişiyle birlikte “stratejik derinlik”, “değerli yalnızlık” çark edilmeye çalışılıyor. Dış politikada fabrika ayarlarına geri dönüş çabaları ve yeni adımların atılacağı müjdeleri art arda geliyor. Önce stratejik derinlik diye göklere çıkarılan politikalar şimdi yine aynı metotla normalleşmenin ”dayanılmaz hafifliği” olarak  aynı kaynaklarca kitlelerin gözüne sokuluyor.

Dış politikadaki sıkışmışlık pozisyonları önümüzdeki günlerde pek çok şaşırtıcı pratiklere gebe.

Bütün söylenen sözlerin nasıl ustaca geri sarıldığına tanıklık edeceğimiz muhakkak. Hatta daha önce böyle yapıyoruz doğrudur sözlerini nasıl alkışlatmışlarsa şimdi çark ediyoruz düşüncesini de büyük alkışlarla onaylatacaklar.

Hepsine eyvallah. Bizim için asıl sorun içteki sıkışmışlığın nasıl aşılacağı, aklıselimin toplumsal yapımıza hakim olup olamayacağı. Toplu katliamları kanıksamadan buna alışan bir toplumun ruh sağlığı ne haldedir bir düşünün. Göz yaşlarını kurutmuş bir halk içindeki çöle yenilmiş demektir. Çölleşen ruhların en yakınındakiler bile yaptıklarını toplumsal tanıklıklardan bilebiliyoruz. İnsanlığımızı kaybetmemek için daha yol yakınken kendi iç barışını inşa edebilen bir toplumun bireyleri gibi davranmak zorundayız.

Bombaların et ve ceset kokan sokaklarında hiç birimiz güvende değiliz.

Belki sosyal medyanın güvenlik işaretlemelerinde anlık bir güvenlik söz konusu olabilir.

Kalıcı olan tek şey; artık her şeyin eskisi gibi olamayacağıdır.