İlkokula giderken beden eğitimi ve müzik derslerinde genelde matematik çalıştırırdı bizi, sınıf öğretmenimiz. O kadar bunalırdım ki bir gün elimden kalemi bırakıp, yeter artık ben anlamıyorum bu matematikten, demiştim. Aslında acı çekiyordum ve geri zekalı olduğumu itiraf etmiştim kendimce. Beni rahat bırakmasını istiyordum öğretmenimin.

Lise’de özel matematik dersi aldım. Benden büyük, genç biriydi hocam. Yakışıklı değildi ama kendini yakışıklı sanıyordu. Ben güzel olduğuma emindim. Onunla ders çalışmak, oyun oynamak gibiydi. İlk defa matematiği sevdim. Üstelik en yüksek notlarımı o zaman aldım.

Ama edebiyatı daha çok sevmişim. Ya da kelimeleri daha çok sevdiğim için sayısalı seçmedim, zaten sayılarla baş edebildiğimi kendime ispatlamıştım.

Lise 2’nci sınıfta galiba sosyoloji, mantık, felsefe derslerini bir arada alıyorduk. Felsefeye bayılmıştım. Ama mantık beni kasıyordu. Felsefe aşkına hocamızın küfürlü samimiyeti de eklenince –çünkü bize kızınca, susun eşşeoğlueşşekler, derdi- küfürü o zaman sevdim belki, bilmiyorum. Arkadaşımdan bana mantık dersi vermesini istemiştim. 15 tatilde evine gidip ders almıştım. Sonunda sınıfın en iyi problem çözücüsü olmuştum.

HERKESİN ÖĞRENME ŞEKLİ FARKLI

Oğlum olduktan sonra öğrendim ki herkesin öğrenme şekli farklı ve herkese her şeyi 15 senede değil 1 sene gibi kısa bir sürede öğretebilirsiniz, yeter ki onun öğrenme şeklini bilin.

İnsan demek –bunu da oğlumdan öğrendim- “unutan” demekmiş.

Ve yaşadığı süre boyunca unuttuğu şeyleri hatırlar insan.

Melek yeryüzüne göndermeden önce ruhları dudaklarından öper o yüzden ruhlar ne bildiklerini unutup inerler yeryüzüne. Bazen de dudakları öpülmeyen biri düşer aramıza işte onun hali nice olur. –Bunu da seyrettiğim bir filmden öğrendim-

O yüzden kimsenin bize bir şey öğretmesine ihtiyacımız yok, biz öğrenmemiz gerekeni kendi yolumuzdan öğrenmeye yatkın olarak dünyaya geliriz.

Bu bizim yaradılışımız gereği sahip olduğumuz doğal bir yeti.

Ve her doğan aynı özelliğe sahip, yani hepimiz eşitiz.

Bizi oyun çağında annemizden ayırıp, bizden cahillerin eğitmesi için okula hapseden zihniyet önce bize eşit olmadığımızı öğretir ki yönetmesi kolay olsun.

Sonra diklenip, arkadaş sen kimsin, demeyelim.

TIMARHANEDEN TORPİLLİ HOCA

Bu ülkede İnsan Hakları dersi, ilkokullarda 1990 sonrası bir dönem okutulmuş. 92 doğumlular bir yerinden yakalamış o dersi, oradan biliyorum.

Şimdi Google’a baktım 2015 yılında yeniden 4’ncü sınıflara okutulmak üzere bir tasarı hazırlanmış. Masallar üzerinden işlenecekmiş konu, hayata geçmiş mi? Bilmiyorum.

Lisede bir biyoloji dersi hocamız vardı hala bizim buralarda oturuyor galiba. Adı Billur K.’dı.

O zaman blok ders yapılırdı.

Billur Hanım sıkılırdı öyle uzun ders yapmaktan, bize derdi ki, serbestsiniz. Ne haliniz varsa görün.

Bu serbestlikten öyle sanıldığı gibi hiç hoşnut değildik.

Benim dönemimde öyle dershaneye gitmek Allahın emri falan değildi henüz ama öğrenciler bilirdi üniversiteye hazırlanmak için okulda eğitimin yeterli olmadığını.

E biz de edebiyat bölümünde okuyorduk. Şansımızı eksiltmek istemiyorduk. Barajı geçmemiz için puana ihtiyacımız vardı ama Billur hanım buna taş koyuyordu.

Canı bize ders vermek istemiyordu. Üstelik bir de müdür muaviniydi.

Sınav kağıtlarımızın üzerine kurşun kalemle not attığı bilgisi sınıfta yayılınca soluğu müdür odasında aldık. Müdüre şikayet ettik, kağıtlarımızın üzerine kurşun kalemle notları yazıyor, sonra ders verdiği bütün sınıfları teker teker müdür muavini olduğu odaya çağırıp, babasının ne iş yaptığını soruyordu. Kiminden çizme, kumaş, kiminden ruj alıp sınav kağıdındaki notu değiştiriyordu.

Beni ahlaksız oyununa alet ettiği için, ona bir ruj almak zorunda kaldığım için, öğretmenim tarafından hep iğfal edildiğim duygusuna kapılmışımdır. O yüzden o kadını hiç unutmadım. Hep tiksintiyle hatırlıyorum.

Bu arada o dönem müdür kimdi adını hatırlamıyorum ama kısa boylu, bodur bir şeydi. Bizi hiç kaale almamıştı. Şikayetimizi umursamamış hoca derslerimize girmeye, derste bizi havalandırmaya devam etmiş, müdür muavini odasına çekip, elinde neyin var diye sormuş sonra sınıf geçirmişti.

Deli torpili mi vardı Milli Eğitim Bakanlığından yoksa kendisi deliydi de tımarhaneden mi torpilliydi bilmiyorum.

Kimilerimizin zihninde komik, kimilerimizin de tiksinti olarak bir anı kaldı şimdi.

TANIDIĞIM BÜTÜN ATEİSTLER İMAM HATİP MEZUNU

Bugüne kadar tanıdığım bütün ateistler imam hatip mezunu. Çok zeki insanlar. Ülkenin en iyi üniversitelerini bitirmişler.

Böyle her mahallede bir imam hatip görünce aklıma hep o tanıdıklarım geliyor.

Sıkı disiplin, baba baskısı, anne ezikliği hissedilen evlerde büyümüş imam hatip okullarına gönderilmiş çocuklar.

Eğitimin kıskacından kurtulduklarında baskı yüzünden erteledikleri, biriktirdikleri enerji, onları hep toplumun arzularının tersine fırlatmış.

Belki bu da hayatın matematiğidir.

Bizim evde hiç yasak yoktu çocukluğumda.

Babam durup dururken hayvan derdi, neye kızdığını anlamazdım. Hayvan demesin diye kontrollü davranmayı tercih ettim hep.

Annemin buz gibi bakışları vardı.

Başka evlerin çocuklarından gururla bahsettiğini çok duyardım. Ama bize takdirini esirgeyen bir anneci yöntemi vardı.

Toplum onları hizaya sokmuştu, onlar duyguları askıda bizi hizaya sokmakla meşguldüler.

Annem, eve geç kaldığımızda başımıza ne geldiğinden çok yan komşunun ne düşüneceği yüzünden endişelenirdi.

Bazen oynadığı tiyatro yüzünden o kadar eğlenirdik ki biz çocuklar kendimizi evin şakacı tanrıları gibi görürdük, her şeyi bilen ama gülen tanrıları.

ÖĞRENMEK İÇİN BÜNYENİN BUNU ARZULAMASI GEREKLİ

Bugün oğlumun doğum günü. Onu okul yüzünden, korkularımız, ezik, eksik yanlarımız yüzünden darladığımız çok zamanlar olmuştur mutlaka.

Ama ben yemek masasının başında karşılıklı oturup yaptığımız sohbetlerde kendimi hep bir tanrıça gibi hissettim.

Oğluyla Olimpos dağında oturmuş sohbet eden biri gibi.

O konuştukça göğsümün kapısı açılıp gururla bütün dünyayı içime davet ettim ben.

Annem benim gibi kendine merhamet etmeyi bilmediği için belki de bizimle masa sohbetleri yapmayı da bilmezdi.

Okul hayatım bitip kendi arzumla öğrenmeye meylettikten sonra anladım ki öğrenmek için bünyenin bunu arzulaması gerekli.

Hiçbir zeka yoksunluğu bu arzunun önünde duramaz.

Benim dönemimde lise ve üniversitelerin, geçmesen olmazları Milli Güvenlik ve Türk Dili dersleriydi.

Şimdi ilk ve orta okullarda biyoloji, tarih ve din dersi Uzman Kişilerin ilgi alanındaymış.

Evrim Teorisini kaldıracaklarmış mesela. Bu çocuklara sevişme sahnesi seyrettirmemek gibi bir şey. Oğlum çok küçüktü. Seyrettiğimiz filmde iki kadın aynı yatakta ön sevişme hazırlığı yapıyordu. Babasına sormuştu, baba bunlardan birinin erkek olması gerekmiyor mu?

Şimdinin yetkilileri ‘üniversitede öğrenirler abisi Evrim Teorisini’ diyormuş.

Ama çocuklar annelerinin kahkaha seslerini duyuyor geceleri uyumadan önce bunu da not düşmek isterim.

Üstelik “Sense8” diye bir dizi var. Hem evrim teorisinden hem insanların genetik tarihinden bahsediyor. Homo Sapiensler gelmiş insanlığın içine etmiş, diyorlar. Maymunlardan kuzen diye bahsediyorlar.

Çocuklar bazen porno seyrediyor kazara, ödev ararken, böyle dizileri de canları çektiği için sırf zevk olsun diye seyredebilirler.

Dikkatli olmak lazım.

İlgililer ne kadar zamanı geri sarmak istese de bir kitapta okumuştum, zamanın içinden geçen biz değilmişiz, zaman bizim içimizden geçermiş.

O yüzden “geçersiz bilgilerle beyhude zaman harcamak ne kötü”, diyor ve suratımı asıyorum.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.