Kötü bir senaryo oyuncunun yeteneğini baltalar. Kötü bir oyunculuk sergilemesine sebep olur.

İyi bir senaryo, oyuncunun yeteneğini taçlandırır.

İki haftadır sezonda olan Parazit filmi bunun şahane örneği.

Bir roman ya da hikaye yazarken okuyucunun ruhuna dokunmak için kelimelere ihtiyaç vardır. Duyguları doğru kelimelerle ifade ettiğinizde o his okuyucuya geçer.

Bir filmde oyuncunun beden dili çok önemli. Oyuncunun karaktere bürünebilmesi hikayenin oyuncuya geçmesi gerekir.

Bunun için de senarist derdini anlatırken doğru kelimeleri seçmelidir. Bunlar genelde demir senaryolardır. Yönetmen tarafından tek satırı değiştirilmeden perdeye aktarılır. Senaristin hayal ettiği, yönetmenin zihninde öyle iyi yer eder ki ona geçen duyguyu resmetmesi kolay olur.

Parazit filminde en sevdiğim şey bir kitap okur gibi oyuncuların yüzlerinden duyguyu okumam oldu.

Bazı sahneleri vahşet içeriyor fakat o sırada insanların yüzlerine bakıyorsunuz o bıçağın kalbe saplanması anın içinde normallik kazanıyor. Sizi rahatsız etmiyor o buz gibi gerçeklik. Nihai son diye bakıyorsunuz duruma. Yani anlamanın dayanılmaz burukluğunu yaşıyorsunuz.

Filmin hikayesi şöyle, iki çocuklu bir aile var. Bodrum katında yaşıyorlar. Pizza kutularını birleştirip pizzacıdan yaptıkları kadar para alıyorlar.

Zor şartlarda yaşıyorlar. Oğullarının zengin bir çocuğu var. Oğlana zengin bir ailenin yanında özel ders işi buluyor çocuk.

İşe kabul edilen oğlan tüm ailesini çalışmak üzere bu ailenin yanına aldırıyor.

Eski çalışanla aralarında problem yaşanıyor. Ve film bu iki ailenin arasında çekişmeleri anlatıyor.

İki ailenin de bu evde çalışmaya çok ihtiyaçları var. Bu hayati mesele için bütün performanslarını sergilemek zorunda kalıyorlar.

Filmin içindeki en çarpıcı diyalog baba oğul arasında geçen bir diyalog.

Yaşadıkları kentte acayip bir yağmur yağıyor. Kent sular altında kalıyor. Bu durumdan en çok fakir mahallelerde oturan insanlar etkileniyor. Evlerini su basıyor eşyaları sokaklarda suyun üzerinde yüzüyor.

Geceyi bizim ailemiz bir spor salonunda geçirmek zorunda kalıyor.

Baba oğul yan yana uzanmış yatarlarken, oğlu babasına diyor ki, baba bir planın olduğunu söylemiştin. Anlatsana nedir planın. Babasının planı çekiştikleri aile hakkında.

Baba gözlerini tavana dikip diyor ki, “Nasıl bir plan hiç başarısız olmaz biliyor musun? Plan yapmayarak. Bir plan yaparsan hayat o planı hep bozar. Geceyi bu salonda geçirelim diye mi düşündü sence buradakiler? Biz dahil herkes yerde yatıyor” diyor.

Derin bir iç çekiyor adam, koluyla yüzünü kapatıp konuşmasına devam ediyor.

-Plan olmadığı sürece hiçbir şey ters gitmez. Kontrolünün dışında bir şey olursa da varsın olsun. Hiç birinin önemi olmaz, anladın mı?

-Baba özür dilerim, diyor oğlu, çünkü onları zengin ailenin evinde işe sokan, olayları başlatan kişi olarak kendini sorumlu tutuyor, tüm olaylardan.

Yavaş ilerleyen olaylarla film sona doğru yaklaştığında evlerini suyun basmasıyla kırılma yaşayan ve hayatın içinde biriktirmek zorunda kaldıkları her şeyi, tıpkı evlerinin içindeki eşyaların sularla sokağa dökülmesi gibi, aile içinde biriktirdiklerini bir anda çalıştıkları ailenin çocuğunun doğum günü partisinde dışarı kusuyorlar.

Sanki hayatın zorla içlerine sokuşturdukları aynı şiddetle dışarı çıkıyor. Daha fazla içlerinde tutamıyorlar.

Film Oscar’a aday bir film, dilerim hak ettiği ödülleri alır.

Arkadaşım filmi seyrettikten sonra uzun süre sersemlediğini, etkisinden kurtulamadığını anlattı.

Ben zor şartlarda yaşamalarına rağmen ailenin neşesi ve birbirlerine bağlılıklarından etkilendim.

Bugün kendimi arınmış gibi hissediyorum. Yağmur yağmış sele kapılmış, bir taşa takılıp kusmuşum gibi bir his var içimde.

Ben de öğreniyorum yavaş yavaş hayatın içinde bir yaprak hafifliğinde kendimi akıntıya kaptırmanın cazibesini. Duygumun resmini gördüm bu filmde o yüzden huzurluyum.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.