Zirveleri tuttum, henüz daha mürekkebi kurumamıştı çığların. Çağlar boyu karlı, kumlu ve kanlıydı, ceketimi aldım sarp dağlarımdan, içi hiç ısınmamıştı. Tesadüfen tenezzül ettiğimdendir, kaç inilti duydum dar kuyularında, kaç gönül heder edilmişti, pes etmişti sonunda. Sanki bir yıldız çarpmış, sanki binlercesi sönmüş. Kara deliklere kadar yorulma, boynumda yazıyor adın, şah damarımda…

Günbatımından şafaklara kadar uzayan bir şeydi, hangi duvara dönsen, mor ve eflatun. Heykelimi yapacaklar altından, sonra da akşamdan sabaha önünde kımıldamadan duracaklar. Sermest olanlarla serbest olanlar ayrılacaklar. Yaslı yataklarından kalkıp, çiğli matem bulutlarını aşıp, geçidin yerini soracaklar. Böyle yazıyor destan. Böyle okuyor sekrân. Açar çiçeklerim çatlak dudaklarımda, sırayla, leylak, lavanta ve erguvanlar...

Bir gün demiştim, hiç gelmeyecek günlerdendi. İriydi ve yeşildi gözleri, safran kokardı. Sen daha doğmadan önce çocuk, çoktan geçip gitmişti zaman. Bensizlikle terbiye edilenlerdendi. Sözünü bırak geriye, bakışını fırlat öteye. Kulağımın ardıyla dilimin ucu arasında bir yerlerde. Eğilince söndü gün, gece bir ben boyu bekledi...