“Demek geziyorsun böyle? Çok güzel! Kendine şanlı bir kader seçmişsin şahinim! Zaten gerekli olan da budur. Gezip görecek, hayatın tadını çıkaracak, sonra da yatıp öleceksin… Gerisine kulak asma!”

Yaşlı, güngörmüş çingene Makar Çudra’nın kelimelerinden öğreniyoruz Radda ile Zobar’ın öyküsünü, ama öncesinde bolca hayat hakkında, insanın varoluşu hakkında. Tane tane, seçile seçile önümüze konulur yaşlı Çudra’nın sözleri. Bir öykünün inandırıcılığını artırmak için sık sık başvurulan bir yöntemdir bu aslında, yapıtta geçen bir karakterin ağzından anlatmak, Gorki de bunu yapar Makar Çudra adlı kısa öyküsünde. Ancak bilge Çudra’nın sesi öylesine canlı ki bir anda okur önündeki metnin daha da ilerisine gider, kendini koca bir bozkırın ortasında bulur, yarı uzanmış yaşlı çingenenin yanı başında oturur, soğuk sonbahar rüzgârına aldırış etmeden payına düşen birkaç kuru yaprağı ayakları dibindeki ateşin üstüne atar. Çudra: “Hayat ha? Başka insanlar ha? Hele hele! Sana ne bunlardan? Senin kendi hayatın yok mu? Başka insanlar sensiz yaşıyorlar ve sensiz yaşayacaklar. Yoksa birine gerekli olduğunu mu sanıyorsun? Sen ne ekmeksin, ne de değnek, kimsenin sana gereksinimi yoktur.” Sözlerinden bencillik taşıyor gibi görünse de aslında öykü tam da aksi yönde akar ve sonlanır.

Makar Çudra asıl anlatıcıyla sohbet ederken, belki de bu nedenle okura yönelmiştir, zira asıl anlatıcı orada bulunmayacak kadar yok gibidir: “Çok gülünç varlıklar şu senin insanların. İç içe girmişler, birbirini eziyorlar. Oysa, bak, dünya ne kadar geniş. Herkes çalışıyor. Niçin? Kimin yaranına? Kimse bilmiyor. Çift süren bir insan gördüğüm zaman, gücünü ter damlaları halinde toprağa akıttığını, sonra da aynı toprağın altında çürüyeceğini düşünürüm. Zavallı adam! Ondan hiçbir iz kalmayacak geriye. Dünyayı tarlasından ibaret sanacak, doğduğu gibi, boş bir kafayla ölüp gidecek. Peki, niçin doğdu bu adam? Toprağı kurcalamak ve kendisine bir mezar bile kazmadan ölmek için… Özgürlük denen şeyden haberi var mı? Bozkırın sonsuzluğu ona ne anlatır? Bu dalga dalga yayılan ezgi onun yüreğine de sevinç salar mı?” Gorki’nin ya da yaşlı çingenenin sesi olsun, bu neyi değiştirir ki; ses bizi alıp sürükler, derin düşünce diyarına taşır.

Makar Çudra hayat hakkındaki bilgisini kitaplara değil; gezip dolaştığı yerlere, gördüğü-tanıdığı insanlarla temasına, yaşadığı hayata borçlu. Onun babacan ve bilge sesi kulaklarımızda çınlarken metrekarelerle ölçtüğümüz küçük dairelerimizin içinde sıkışıp kaldığımızı bir kez daha anımsarız. Ne de olsa baktığımız bozkır çıplak gözlerimizin göremeyeceği uzaklıkta, içinde birkaç bank ve birkaç yapay çimden yapılmış yeşil alan diye yutturulan sahte bir parktan da ibaret olabilir tabii. Anlattığı öyküdeki Zobar’ın özgürlüğüne olan düşkünlüğüne hayran kalmakla birlikte biraz da tedirgin oluruz aslında, zira modern hayat denilen yaşam şekli ya da sabah 08.00 akşam 16.00 mesai saatlerince (tabii çok daha fazla mesai yapmak zorunda olanlar da var) mekik dokuyan özgür ruhlarımızın bizden çoktan çalındığını hissetmekle kalmaz, acıyla fark ederiz de.

Zobar gemlenemeyecek yabani bir tay kadar özgür ruhlu biridir, gel gör ki çingeneler güzeli Radda’da öyle; birbirleriyle uyumlu iki serseri âşık. Ama yaşlı çingene Makar Çudra’nın anlattığına göre bu iki sevdalı ruh özgürlüklerini kaybetmemek için ölümü seçerler (ne de olsa evlilik bağı bir tür gemlenmektir de), en azından Radda’nın bu yolu seçtiğinden okur olarak hiç kuşkumuz yok.

Gorki bu kısa öyküsünde düz yazının şiire en yakın dilini yakalamıştır, dersem, sanırım kimse karşı çıkmaz. Öyle ki öyküyü bitirdiğimizde hayat hakkında, aşk hakkında, özgürlük hakkında, hele kendi özgürlüğümüz hakkında bir kez daha düşünce kuyularımızın dibine var gücümüzle kazma saplamaya başlarız. Ama yine de kıskaçlar arasındaki ruhlarımız açısından birçok şeyin imkânsız olduğunu da biliriz. Sonuç olarak, yaşam karşısında sözün ne değeri var, pardon, yaşlı Çudra’nın da sorduğu gibi: “Acı karşısında sözün ne değeri var?” sözünü ya da sorusunu bir kez daha tekrarlarız, en azından bir okur olarak, ne de olsa öykü trajediyle biter.

Maksim Gorki, Yaşanmış Hikâyeler, Çev: Ataol Behramoğlu, +1 Kitap Yayınları