Pazartesi "döndüm" diye yazdım ama o sırada gazeteye olduğu kadar daha önce gelip sadece bir gece kaldığım Kore'ye de dönmüştüm. O bir gece, iki günlük ve belli bir işle uğraştığım yolculuğu saymazsak Kore'ye ilk gelişim.

***


Batıdan Doğuya gelmek her zaman büyüleyici, çekici ve etkileyici olmuş. Hemen Oryantalistlerin hayali Doğu yolculukları, sömürgecilik döneminde Doğuya yapılan yolculuklar geliyor hatıra ama 20. yüzyılın ikinci yarısında, 1965 sonrasında Mao Çin'i Batılı aydınları etkilemeye başladıktan sonra yapılan seyahatler de az çarpıcı sayılmaz. Elimizde kayıtları var. Ötekiler bir yana üstatlarımdan saydığım Fransız göstergebilim uzmanı Roland Barthes'ın biri Japonya'ya gittikten sonra 1970'te yazdığı çok etkileyici kitabı İşaretler İmparatorluğu, diğeri yakınlarda yayınlanan Çin yolculuğunun günlükleri hayli dikkat çekici gözlemler içeriyor.
Nasıl içermez? İşi, çoğu zaman ya anlamsız gelen işaretlere yüklü gizli ifadeleri ya da bilindiği sanılan bir işarette saklı öteki yan anlamları bulup ortaya çıkarmak olan Barthes'ın her şeyin işaret olduğu Japonya'dan etkilenmemesi olacak gibi değildi.

***


Şimdi aynı şeyi ben yaşıyorum. Yıllarca Batıya gittikten sonra Doğuya gelince insanın kendisini oyuncakçı dükkânına girmiş bir çocuk gibi hissetmemesi olanaksız. Dağ taş bambaşka duyuşların, duyarlılıkların, yaşama biçimlerinin verimiyle yüklü. Neredeyse, yıllar önce köyünden çıkıp Almanya'ya, sanayi toplumuna giden köylülerimizin duyduğu türden bir "kültür şoku" yaşamadım dersem yalan söylerim.
Ama bu kültür şoku biraz da yakın tarihin bu insanların yaşantısına yedirdiği kültürden kaynaklanıyor. Buraya doğrudan Batıdan çıkıp gelen insan ne görür ne hisseder bilemem ama biz her yere kendi sorunumuzu götürüyor, her şeye onun merceğinden bakıyoruz. Yani, Doğuyla Batı arasında sıkışmış bir kültürün yaşadığı geniş ve derin çelişkilerle gelip bu hayatı izliyoruz. Ortak dertler arayıp onlara "başkalarının" ne çare bulduğunu irdeliyoruz.

***


Doğu bu bakımdan bizim için daha önemli. Modernleşmemiz gelenekle olan bağımızın koparılmasına dayanıyordu. Önce Batılıyız dedik, Sonra, ne kadar Batılı olmak ne kadar Doğulu olmak konusunda epey kafa yorduktan hem Doğuluyuz hem Batılıyız görüşünde karar kıldık ama o da epey sorunlu. Doğuyu ise, daima, ama yanlış ama doğru, Batılı olsa bile, gelenekle ilişkisini korumuş bir medeniyet diye bildik ya da tasavvur ettik. (Bu da bizim Oryantalizmimizin bir başka boyutuydu.)
Kore'de dolaşırken meseleye Batıdan değil Doğudan bakmak neyi değiştiriyor diye düşündüğümde ilkin bunu gördüm: gelenekle olan bağını ancak kısmen korumuş bir ülke Kore. Sokaklara taşmış olan "gelenek/sel" yükselen gökdelenlerin ve her yeri işgal etmiş teknolojinin etkisi altında epey küçülmüş. Daha çok turistik bir mahiyet kazanmış, en azından Seul'de böyle ama gene de bir şekilde hissediliyor, hem de çok ilginç, şu "kültür şoku" dediğim imbikten geçmiş olarak hissettiriliyor.
İşte onu cuma günü anlatayım.