Bugün OD bölgesine bakan bir dış gözlemcinin kaostan başka şey görmesi neredeyse olanaksız. Bölge mezhep, din ve etnisite temelinde bölünmüş durumda. Yakın tarihin önemli kalkışmalarından sayılması gereken Arap Baharından sonra bölge içinden kaynamaya devam ediyor. Türkiye bu kaosun ortasında, onunla doğrudan temas halinde.
Daha önce yazdığım bir yazıda "OD Türkiye'dir" demiştim. Bununla Türkiye'nin bölgeden doğrudan etkilenen bir ülke olduğunu, kaçınılmaz biçimde bölgedeki olaylara müdahale edeceğini, etmekteki zorunluluğunu belirtiyordum.
Olayların seyri bu muhakemeyi doğruluyor. Her şey bir tarafa sadece 1000 km'ye yakın sınırımız olan Suriye, gelişmelere kayıtsız kalamayacağımızın bir işareti. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye de tavizsiz biçimde bu politikayı benimsemiş durumda.
Türkiye'ye dönük eleştiriler de bu tercihten ve yaklaşımdan kaynaklanıyor. Özellikle Hatay'da toplanan Özgür Suriye Ordusu eleştirilerin düğüm noktası. Türkiye acaba bölgede silahlı bir gücü mü örgütlüyor? Temel soru bu.
Dışişleri'nde esen havanın hayli ilginç olduğu anlaşılıyor. Bakanlık, bir üst düzey yetkiliyle yapılan sohbetten ortaya çıkıyor ki, hayli gerçekçi, reel politik temelinde bir bakış açısı geliştirmiş. Buna göre Esad meşruiyetin yitirmiştir. Sonuç kaos olmuştur. Dolayısıyla istikrar Esad'la değil Suriye halkı ve geleceğiyle sağlanacaktır. Türkiye de lideri ve diktatoryayı değil, halkı ve demokrasiyi tercih etmiştir. Ankara askeri müdahale istemiyor. Ama yardımdan kaçınmayız diyor. Bundan sonrasının asla bu kadar kötü olmayacağına inanıyor.
***
Türk dış politikasına hâkim olan anlayış bu temele oturuyor ama bir dayanağı daha var. Türkiye, daha önce Batının bizzat bizim için öne sürdüğü, "onlarda demokrasi olmaz" görüşünün şimdi "Araplara demokrasi gelmez" şekline bürünmesine şiddetle karşı çıkıyor. Tersine, Arap Baharının ateşine yakalanan ülkelerde hiç tanınmamış, beklenmeyen kişilerin iş başına geldiğini ve demokrasinin işlemeye başladığını düşünüyor. Dolayısıyla eğitim seviyesi bizden yüksek, siyasete yatkın Suriye halkının hele Yerel Koordinasyon Komitelerinin bunca iş yaptıktan sonra demokrasiyi haydi haydi temellendireceği kanısında.
Öte yandan anlaşılan Türkiye Esat sonrasında devletin yıkılmasını değil, devletin demokratizasyonunu istiyor ve bekliyor. Kaosun da ancak bu yoldan sona ereceği kanısında. Başka bir seçeneği de yok Türkiye'nin çünkü sınırdan giren mülteciler istiap haddimizin hayli ötesinde. Öte yandan ABD'nin henüz "gerçeği" kavramadığı görüşünde. Ankara işinin ABD'yi gerçeğe uyandırmak olduğunu düşünüyor.
***
İlginç bir sonucu da var bu dönem ve Suriye olaylarının: İsrail. Anlaşılan "öngörülebilir düşman" olmaktan çıkıp Suriye, İsrail için "öngörülemez düşman" konumuna yerleşince şartlar İsrail'le Türkiye'nin politikalarında, bakış açılarında yakınlaşma doğurmuş. Bu hal "normalizasyonu" tetikler mi? Başbakanın deyişiyle normalizasyon masada duruyor.
Ama Suriye'nin harekete geçirdiği şartlar normalizasyon konusunda Türkiye'nin beklentisinde ve öne sürdüğü şartlarda bir değişiklik meydana getirmeyecek. Ama Türkiye'nin asıl derdi bunlar değil. İki sorunu var Türkiye'nin: İran ve PKK. Türkiye, İran'ın bölgede sürdürdüğü ve kışkırttığı mezhepçi tutumdan rahatsız. Bu tutumun iki ülke arasındaki gerilimi yaratmadığını söylemek için bir koşul görünmüyor ortada. İkincisi, PKK'nın böyle bir dönemi kullanmak istediği besbelli. O da imkânları dahilinde kendi "baharını" yaratmak istiyor. Bu nedenle de değişik bir taktikle şimdi saldırıyor. Boşluğu doldurmaya çalışıyor. "Nereye kadar gider" sorusunun cevabı ise devlette açık: iki taraf da eteğindeki taşları döktükten sonra durum rahatlar.
Türkiye, heyecanla kaos sonrasını bekliyor. Nasıl olacağı daha birçok yazının konusu.