Evden çıkıyorum. Sabah erken. Kaldırımın üstünde Nâzım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları'nın başında anlattığı Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerindeki gibi "yorgunluk ve telaş" yok ama "güneş" var. Yaz boyu böyle...
Son birkaç gündür o ışık da yerini gitgide daha koyulaşan bir gölgeye bırakmaya başladı. Güneş artık biraz daha yatık. Gölgeler biraz daha uzun.

***


Her zaman olduğu gibi hayallerle başlayan, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir yaz geldi geçti. Bakmayın siz hâlâ ortalığı sarıp sarmalayan neme ve sıcağa. Bunlar Edip Cansever'in tabiriyle "kirli Ağustos"un son demleridir. Bundan sonra sonbahar! Yani, kendi kendini aydınlatan bir lamba gibi, ışığını içinden alarak, sonbahar hayatımıza yerleşecek. Sabahları Boğaz'ı sislere saracak. Öğleden sonraları güneş kırılacak. Akşamlar erken inecek. Arabaların fren lambaları kırmızı kırmızı parlayacak. Herkes ince bir ürperti duyacak. Derken kış!

***


Hiçbirinden şikâyetim yok. Sonbaharı olgun bir meyve gibi tatmaya hazırlanıyorum. Yaklaştığını bilmek bile bana ayrı bir haz veriyor. O kadar güzelleşecek ki İstanbul kısa bir süre sonra insan onu bırakıp bir yere gitmek düşüncesiyle bile rahatsızlık duyabilir.

***


Benim sıkıntım yazla. Doğrudur, son yıllarda onu biraz daha sevmeye başladım. Hatta yazın bana getirdiği ayrı duyumsamalar olduğunu yazdım. Yaz, haz ve edebiyattır dedim. Haziran, temmuz ve ağustosta okuduğum romanların, bilhassa şiirlerin apayrı bir tadı olduğunu belirttim. Kuşkusuz ışık doğuruyor bu farklı algıyı. Camus'nün Yabancı romanında anlattığı ve Mersault'ya cinayeti işleten, Durrell'ın İskenderiye Dörtlüsü'nde dile getirdiği, Justin'i aşklardan aşklara, ihanetlere sürükleyen o beyaza yakın, göz kamaştıran ışık bana da belki edebiyat cinayetleri işlettiriyordur, bilemem. Her okuma bir öldürüme tekabül etmez mi?
Ama yazın loş, panjurların arasından sızan ışıkla balmumu rengine dönmüş ve insana öylece mühürlenmiş, zaman içinde donup kalmış izlenimi veren odaları, açık pencerelerin önünde uçuşan tülleri de yazdır. Bedenin mevsimidir yaz, kışın aksine. İnsan sıcağın içinde soyunur ve o güne kadar hiç hissetmediği şekilde bir derisi olduğunu ayrımsar. Yaz, hazdır. Gerçekten. Bir de hiç kuşku yok, eskiden de söylemiştim, yaz ketendir. Ketendendir.

***


Yaz bir de deniz demektir. Deniz aslında bitimsiz bir şeydir. Belki sonsuz bir zamandır deniz. Sonsuzluğun kendidir. Kışın denizi her zaman benim için daha görkemli oldu. Yahya Kemal'in 'Açık Deniz'idir o kış denizi, üstündeki yüklü, siyah bulutlarıyla. Ama yazın lacivert, tirşe, mavi denizi de yabana atılacak gibi değildir. O denizde kaybolmak. İçine girdiğiniz mavi, lacivert, ışıkla yüklü kütlenin sonsuzlukla kurduğu ilişkinin erincini herhalde başka bir şeyde bulmak olanaksızdır. İnsanın kendisini yeniden keşfetmesidir o sonsuzluk duygusu.

***


Bütün bu anlattıklarımdan, bu yaz, yaşadıklarım var, eksik bıraktıklarım var. Tutkunu olduğum yaz şehrini sonuna kadar yaşadım. Belki son dört-beş yılın en güzel zamanlarını geçirdim boş bir kentin, akşam sokaklarında. Ama kendine yazgılı bir denizi de özledim. Bu yılın tahayyülüydü. Şimdi, biten bir yaza doğru onu yakalamaya gidiyorum.

***


Bu yazıyı yaza yazılmış bir izin dilekçesi kabul ediniz.