2000’li yılların başı, sıkışıp kaldığım bir kente (gerçi daha önce köyde oturuyordum, bu nedenle bir kasaba bile daha cazip gelmeliydi, ama gel de artık birçok şeyin farkında olan ruhuma- belki de doğru sözcük arzu olacaktı- sorun) ve nefret ettiğim bir bölümü okuyordum. Ama ne yapalım, gelişememiş (bazılarınız bu “gelişememiş” sözcüğüne kızabilir) ülkelerin çoğu insanının kaderi bu olsa gerek (birileri bir kaşık dolusu yemek bulamazken birileri ateşte fokurdayan kazanlara bile midesini bulandırır), barınacak bir yer ve aç kalmayacak kadar para kazanıyorsa işine razı olmalıydı. Bu durumda sevdiğimiz bir bölümü okuyup lüksü düşünecek halimiz olmayacaktı her halde. Üniversiteye hazırlanan zavallı gençlere sevdiğiniz bölümü tercih edin diye tavsiye eden kişilere biraz acıyorum aslında, nerde yaşıyorsunuz be aslanım! Karakterinize işlemiş bu kadar ezberciliğe bir son verin artık.

Gelelim Edgü’ye. İşte tamda bu dönemlerde öykü yazıyordum, daha doğrusu karalıyordum (gerçi şimdiki öykülerime de jüri kafalı kişiler yine de karalama der muhtemelen). Bir arkadaş, bir lisede Türkçe öğretmeni ve bir şiir kitabı vardı aynı zamanda (başka şiir kitabı yayımlandı mı bilmiyorum). İşte bu çokbilmiş arkadaş mütevazı bir biçimde Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi kitabını ballandıra ballandıra tavsiye etti. Her öykücünün başucu kitabı olmalıymış falan filan, hele yeni başlayanlar için Edgü’nün bu kitabı bulunmaz bir elmas, vs.

Uzatmaya gerek yok, kitabı buldum, okudum. Aynı malzemeden yüzlerce öykü. Hayran kaldım Edgü’ye ve zekâsına, nerdeyse bir tek öyküden 101 öykü çıkarmıştı Edgü. Ama Raymond Queneau’nun çok sonraları Türkçeye ‘Biçim Alıştırmaları’ adlıyla çevrilmiş kitabını okuduğumda, Edgü’nün zekâsına ve hayal gücüne duyduğum hayranlık hızla aşağı doğru inişe geçti. Evet, Edgü bu kitaptan bahsediyor, ama kendi kitabı ancak Queneau’nun kitabının eskizleri olabilecek bir kitap. Üstelik bu tür denesel kitaplar bileceğiniz gibi tekniği önemlidir. Queneau’nun ‘Biçem Alıştırmaları’ önümde duruyorken Edgü’nün ‘Yazmak Eylemi’ne hayran kalabilmem için aptal olmam gerekir. Sonuçta bir edebiyat ya da sanat eseri tarihi içinde değerlendirilmek zorundadır da.   

90’larda Türkiye’de, özellikle müzik sektöründe nasıl olsa kimse bulmaz ya da göremez diye birçok şarkı sözü ya da müziği; uzak ülkelerden ya da Kürt’lerinki gibi kültürlerden çalındı, ya da isterseniz siz buna daha mütevazı bir isim bulun. Sonrasında araya YouTube girdi, mertlik bozuldu. Tahmin edebileceğiniz gibi sevdiğim yazarların peşine düşen birisiyim, Edgü’den ne bulsam okurdum. ‘Bir Gemide’ adlı öykü kitabına da bayıldım desem yeridir, hele kitabın adını da taşıyan öyküye (okuyanlar bilir, bu kitaptan bu öyküyü çıkardığınız takdirde bu kitap hızla büyük bir boşluğa düşecektir). Böyle bir öyküyü hayal bile edebildiği için Edgü’ye hayrandım, kapalı ya da baskı altındaki ülkeleri anlatan benzersiz bir yapıt diye düşündüm. Bu arada bu öykü kitabı 1979 ‘da Sait Faik Hikâye Ödülü’nün de sahibi.   

Şimdi ben size bir öykü anlatacağım: “Bir öbek insan bir gemide bir araya gelir. Yolculuk başlandıktan sonra, gemide tuhaf bir atmosfer egemen olduğu anlaşılır. Kaptan ortalarda yoktur. Yolcular sanki kendi başlarına bırakılmışlardır. Onlarla ilgilenen tek kişi, bütün soruları, karşılık verecek konumda olmadığını söyleyerek yanıtlayan asık suratlı bir görevlidir. Kaptan bulunamadığı gibi ona ulaşmak imkânsızdır. Gemi bu bilinmeyen sularda içindeki yolcularla birlikte sürüklenip durur, vs. vs.” Edgü’nün ‘Bir Gemide’ adlı öyküsünü anımsayanlar, şöyle düşüneceklerdir: Edgü 1980 darbesi öncesini, ülkenin yani Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu muhteşem bir öyküyle anlatır burada. Ama ne yazık ki, bahsettiğim bu öykü Edgü’nün değil, Julio Cortazar’ın 1960’lara yayımlanmış ve yazarına çıkış yapan romanının konusu. Bu arada yıllardır beklememe rağmen Cortazar’ın bu romanı henüz Türkçeye çevrilmedi. Bazen bununla ilgili şaka yaptığım da oluyor: “Sakın Edgü, bu romanın Türkçeye çevrilmesini engellemiş olmasın!” diye. Benim için “Bu adam nereden sıkıyor?” diye düşünebilirsiniz; ama inanın ki sıktığım falan yok, sağ olsun Cortazar’ın biyografilerinde duruyor. Ya da “Konu o kadar önemli mi?” diye sorabilirsiniz, sizin için bilmem ama bu konu benim için önemli.  

Söyleyeceğim şu ki, ben Edgü’nün birikimli ve zeki biri olduğuna inananlardanım, ama şimdilerde ne zaman Edgü’nün bir kitabını elime alsam sormadan duramıyorum: “Acaba bu nerden aldı ya da kimden?” diye. Ne diyebilirim ki, Ah Edgü, benim gibi sadık bir okuruna bu kötülüğü yapmayacaktın.