Geçemedim Tezli Beli'ni kar deyi aman

Çok yastıklar kucakladım yar deyi

Geçmişe şöyle dönüp baktığımda, çocukluğumun berrak anıları içerisinde hatırladığım şeylerden bir tanesi, köyümüzün yamacına, hasat mevsiminin son günlerinde kurulan Yörük çadırlarıdır. Yörük kızları Eşe, Döne, Hediye, beline kadar düşürdükleri saçlarıyla yağız atların üzerinde savrulur giderlerdi ovaya. Baka kalırdık arkalarından sarı saçlı mavi gözlü Yörük kızlarının kaldırdığı toz bulutuna. Akşam çökünce dağlarımıza yanımızda büyüklerimizle ziyarete giderdik köyün konuklarını. Geleceğimizi önceden bilen Kocabıçak köpekleri bağlatır çadırın kapısında beklerdi bizi. Güz mevsimin serin havasında çiy düşerdi otlara ve bütün evrene yayılırdı güz çiçeklerinin keskin kokusu. Çadırın içinde bambaşka dünyalara dalardık. Kocabıçak masalsı canavarları, Yörüklerin savaşlarını yüzlerce yılın tanığı olarak anlatırdı bize. Çocuksu, coşku ve korkuyla dinlerdik kara çadırın içindeki temsili sahneyi. Bu ziyaretler bahara kadar sürer giderdi tatlı sohbetlerin gülen yüzlerin ışığında. Köyümüze bu hikâyelerin kattığı coşkuyu görmeye değerdi. Çünkü köy önceden yerleşik yaşam tarzını seçmiş Yörüklerden oluşuyordu. Böylece eski anılar tazeleniyor yaşanmışlıklar paylaşılıyordu. Gaz lambasının aydınlattığı küçük dünyamızda.

Yıllar sonra Kocabıçak bizim köye yerleşmiş, koyunlarını, keçilerini satıp bir tarla almıştı kendine. Yerleşik yaşama geçmesindeki en büyük etken artık konup göçmenin zorlaşmış olmasıydı. Bir kaç yıl önce oğlanlarından büyüğü hayvan otlatma yüzünden bir köylüyü öldürüp cezaevine girmişti. O da bakmış görmüş, artık insan eski insan değil, yerleşik Yörüklerin bulunduğu köyümüzü tercih etmişti. Nasılsa bu köyde herkes tanıdık eş dosttu. Birlikte geçirilmiş güzel günlerin anıları hala tazeydi gönüllerde.

Kocabıçak'la tek göz, briketten yaptırdığı evinde görüştüm son kez. Ocaklıkta yanan kökün yaydığı aleve sırtını vermiş kapıya bakıyordu. Oğullarından biri, beni ona takdim etti.

-Gel otur, dedi, çatallaşan hüzünlü sesiyle. Elimdeki küçük teybin düğmesine dokundum. Kocabıçak sular gibi çağlamaya başladı. Biraz önce iki büklüm olan beli doğrulmuş, pencereden gözünü Akdağ'ın karlı tepelerine dikmişti. Özlemle yanıp tutuşuyordu yüreği. En sonunda sözü bağlarken:

-Dizlerimde derman olsa çıkarım yeniden dağlara, dedi.

Ölümün yaklaştığını anlayan Mısırlı bir kâhin sezgisiyle:

-Ömrümü çıkılayıp çam dalına asmak isterdim. Dağların koynunda yatmak için, dedi.

Gözleri nemlenmiş, tiz sesi daha da çatallanmıştı. Şimdiye kadar hiç duymadığım bir bozlakla sonlandırmıştı buluşmamızı:

"Gitme dedim neden gidersin inada

Yalınız taş temel tutar mı binada

Yalan dünyada eşim çoktur yoktur dünyada

Eyi günümde kötü günümde

Soranım kalmadı benim"

Bu konuşmadan birkaç ay sonrada ölmüş. Anam telefonda" Senin Kocabıçak öldü" dedi. Bir süre öylece kaldım telefonun ucunda. Son sözleri aklıma geldi. Hani çıkılayacaktı ömrünü? Ölüm yakalamıştı bir kez, çıkılayamamıştı yaşamını bir mendile.

Mor dağların koynunda pürenlere konup kalkan arıların dilindeydi şimdi. Artık yarpuzlu suların serin çağıltısında, su kelebeklerinin saydam kanatlarındaydı. Akdağ'ın karlı doruklarında akşamları yanıp sönen çoban ateşindeydi belki de. Köy çocuklarının imge dünyasını tutuşturan o en büyük gökyüzü yangınında. Yıldız yağmuru başlamıştı duraksız gök kubbenin siyah boşluğuna.

YÖRÜK KİMDİR?

Yörükler Anadolu'ya öncü güç olarak gelen Türklerin devamıdırlar. Bunlardan yerleşik yaşama geçenlere Türkmen denmiş, göçebeliği yaşama biçimi olarak sürdürenlerine de Yörük denmiştir. Görüldüğü üzere,Yörüklük yaşama biçiminin ifadesidir aynı zamanda. Çünkü genellikle konargöçer olarak yaşayan bütün toplulukların ortak özelliği olan bu tanım zamanla göçebe Türkmen boyları için genel bir ada dönmüştür. Günümüzde farklı kültürlerden Toros dağlarında yaşayan Yörükleşmiş topluluklarda bulunmaktadır.

Yörüklük’ün bir yaşama biçim olarak sürdürülemeyişi günün üretim ilişkilerinin zorunlu sonucudur. Zaten Osmanlı egemenleri de Yörükleri toprağa yerleştirmek için bütün gücünü kullanmıştır. Bazen teşvik yöntem olarak kullanılmış bazen de zora başvurulmuştur. Osmanlının Yörük'e yaptığını gerçekten de hiç kimse yapmamış, kırıma tabi tutmamıştır. Osmanlı işine gelince ya savaşa sürmüş ya da Yörükleri yerleşik yaşama zorlamıştır.

Denetim altına alma isteğinin elbette ekonomik ve güvenlik boyutu önemliydi. Çünkü doğal ortamda kendi başına yaşamayı alışkanlık haline getirmiş toplulukları denetlemenin yola getirmenin tek yolu yerleşik hayattır. Yerleşik hayatta kurulacak hiyerarşik yapılanmayla asker ve akçeyi toplamak daha kolaydır.

Muğla, tarihte kültürlerin kavimlerin kaynaştığı, buluştuğu yer olarak bilinir. Dağlık ve engebeli yapısı, denize olan kıyıları ilk çağlardan beri yerleşime geçilmesinde önemli rol oynamıştır. Karya uygarlığının gelişip serpildiği bu topraklar binlerce yıllık kültürel maceranın izlerinin sürülebildiği bir yerdir. Geniş otlakları ve yaylakları Anadolu'ya gelen Türkmen boylarının ilgisini çekmiş olmalı ki; Menteşe beyliğinden çok önceleri Batı Toroslarda göçer olarak yaşayan Türkmenler denize bakan geniş otlaklarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Vittek 1994 yılında basılan "Garbi Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik" kitabında konuya açıklık getirmektedir. Henüz sahile inmemiş olan Türkmen boylarının, sahilleri gören yaylalara yoğun şekilde geldiklerini ve bu yaylalarda geniş otlaklara sahip olduğunu belirtmektedir. Hatta 1100 yıllarında Avşar boylarının Burdur-Gölhisar, Kozağaç Dirmil ve Fethiye'ye kadar yayıldıklarını biliyoruz.

Kütahya'dan Muğla'ya göç etmeye başlayan Menteşe Kayıları zaten ilk başlarda Denizli ve Isparta bölgesine yerleşen uç Türkmenleriydi. Yaklaşık 200 bin çadırla ifade edilen nüfus zamanla dağılmış, farklı bölgelere kaymıştır. Türkmenlerin özellikle ovalara inmeyip geniş bir alanı kullanmaları, kıyı yerleşimlerindeki Bizans yerleşimleriyle ticari ilişki içerisinde olmaları muhtemeldir.

Menteşe yöresine ilk göçler Kütahya göçleri olarak bilinen nüfus hareketiyle gerçekleşmiştir. Muğla'ya ilk gelenler

"Horzum, Yahşibey, Kızılcakeçili, Balyabolu, Alayuntlu, Ekerer, Hamza, Emirali, Bart ve Köyceğiz cemaatleridir.” Muğla'ya gelen bu gruplar göçebe olarak yaşamlarını sürdürmüş zamanla yarı göçebe ve yerleşik yaşama geçme yönünde bir rota seyretmişlerdir. Anadolu’da Kurulu olan Anadolu Selçuklu devleti Moğol istilası sonucu güç kaybetmeye başlayınca, 1260 yıllarında Bölgemize hakim olan Bizanslıların ilk kez Yörüklerle yakın tanışıklığı başlamış oldu. Daha önce de belirttiğimiz gibi Denizli-Fethiye arasında ki yaylak ve otlaklar Menteşelilerden çok önce yöreyi yurt edinen Yörükler doldu taştı. Belirtilen çizgide göçer olarak yaşamını sürdüren topluluklar Menteşe Beyin Bizanslılara üstünlük sağlamasında önemli katkılar sağladı. Yeni topraklara Germiyan Bey'in izniyle yeni topluluklar getirildi. Yerleşik yaşama geçemeyen bu topluluklar uzun süre göçer olarak yaşadılar.

1402 yılında Timur'un yengisiyle sonuçlanan Ankara Savaşı sonrası Batı Anadolu'ya(Selçuk) gelerek kış aylarını burada geçirdi. Timur askerlerinden ve çavuşlarından bazılarının kaçarak Yörüklere sığındığı, kültürel kaynaşmanın yaşandığı belirtilmekle birlikte bu benzerliği kanıtlayacak düzeyde çalışmalar yapılmamıştır. Özellikle Nogayca ile bağlantı kurulmasına rağmen konuya ilişkin bilinenler yok denecek kadar azdır. Konu kapsamlı bir dil araştırmasıyla bilimsel yönden aydınlatılabilir.

Muğla'ya Gemiyanlıların dışında, sonraki yıllarda gelenlerde vardır. Karaman Beyliği'nin yıkılmasıyla Konya'dan bölgeye Türkmenler gelmiştir.18.ve 19. yy 'da Denizli Kaletavas'tan Menteşe'ye yoğun nüfus aktarımı yaşanmıştır. Günümüzde Muğla merkez ve ilçelerinde bu nüfus hareketliliğinden kaynaklanan yerleşimler vardır. Özellikle Tavas ve Konyalıların oluşturduğu mahalleler ve aileleri her yerde görmek mümkündür.

 Muğla'da Yörüklerin yaşamı hayvancılık üzerine kuruluydu. Kış aylarında Eşen, Seki, Fethiye, Kargı, Kemer, Dalaman, Muğla, Köyceğiz, Yatağan-Turgut , Milas'taki düzlüklere inen Yörükler yaz aylarında keçileri develeriyle günlerce yürüyerek yayla yolunu tutuyorlardı. Genellikle göçülen yerler Akdağ, Göktepe, Sandıras,Yılanlı, Oyuklu, Kavak Dağı ve Beşparmak dağlarındaki yaylalardı. Bazı Yörük obalarının ise daha farklı güzergah takip ederek daha uzaktaki yaylalara göçtükleri bilinmekte. Afyon, Burdur, Isparta, Denizli(Çameli),Antalya gibi kolay geçiş yapılabilen yerlerin tercih edilmesi olasıdır.

Göç yolunda fırsat buldukça hayvanlar ve süt ürünleri yakın pazarlara getirilerek pazarlanıyordu. Yörüklerde sosyal yaşamda kadının önemli yeri vardı. Üretim faaliyetlerinin içinde yer alan kadın toplumsal ilişkilerde bugüne göre ayrıcalıklı bir konuma bile sahipti. Genelde dışarıya kız alınıp verilmez ancak göçerler arasındaki evliliklere izin verilirdi. Bunda da en büyük etken kızlarını yerleşik yaşamın tanıdık olmayan etkilerinden korumaktı. Son göçer grubu olan Sarıkeçelilerin bu konuda artık eski adetlerinden yavaş yavaş vazgeçtikleri yönündeki serzenişi geçen günlerde basında yer almıştı.

Günümüzde artık yayla yollarında tek tük Yörüklere rastlanmaktadır. Bölgede köken olarak Karakeçili, Sarıkeçeli, Çayanlar, Mican, Aydın, Avşar, Tahtacı Yörükleri bulunmaktadır. Tahtacılar alevi kökenli olup ağaç işleriyle uğraşan Türkmenlerdir. Yerleşik yaşama geçmekle birlikte az da olsa eski uğraşılarını sürdürmektedirler. Tahtacılar Yörüklerin en aydın ve en çok okuyan kesimidir.

Günlük yaşam içerisinde dil, kültür ve geleneklerde Yörük kültürünün devamlılığı söz konusudur. Coğrafi bölge olarak kapalı bir alan olması, özellikle günlük yaşamda kullanılan dilin bozulmadan yaşamın içinde varlığını sürdürmesine neden olmuştur. Kullanılan dilin Yörük yaşantısının arkaik özelliklerini yansıtması ve yaşamın içinde kullanılıyor olması ilginçtir.

Sandıras dağının zirvesinde yapılan Kartal Gölü -Eren Dede şenliklerinde Şaman kültürünün canlı bir şekilde küçük değişikliklerle günümüze taşındığı görülmektedir. Şenliklerde Muğla’dan ve Denizli’den pek çok insan buluşarak doğa harikası olan bu yerde bir nevi kutsama törenine katılarak binlerce yıllık geleneği yaşatmaktadır. Sandıras 'ın en yüksek noktasında buluşan eski Yörükler, kurbanlar keserek, mistik kültürel bir buluşmayı da gerçekleştirmektedirler. Çünkü bölge Anadolu'ya gelen ilk Türkmenlerin konup göçtüğü yerlerden biridir.

Köyceğiz, Ortaca, Dalaman gibi yerlerden insanların zor doğa koşullarını aşarak Denizli ve civarından gelenlerle zirvede buluşmaları eski Ata kültürünü yaşatma isteğidir. Kendisine kurbanlar sunulan Eren denilen kişinin ilk gelen Türkmenlerin atalarından biri olması gerekir. Çünkü ilk gelen Türkmenlerin Torosların denize bakan yaylalarında yaşadıkları düşünülürse, bu buluşma, bir anlamda geçmişe yolculuğu köklere bağlılığı gösterir.

Günümüzde Milas Çomakdağ-Kızılağaç Köyü yerleşik yaşama geçen Yörüklerin kültürlerinin turistik öğe haline getirildiği yerlerden biri olmakla birlikte araştırmacıların ilgisini çeken yerdir. Geçmişin izini sürmek isteyen araştırmacılar için önemli ipuçları vardır. Ayrıca Fethiye-Boğalar Köyü, Kadıköy, Karaçulha Yörük kültürünün izlerinin sürülebileceği geleneksel yaşamı yerleşik yaşama taşıyabilen yerlerdir.

Yörükler başı dumanlı dağların, vadilerin doğal bir parçasıydılar. “diker taşı" olmamasına rağmen kültürel zenginliğimize binlerce renk kattılar. Hala develerin, keçilerin çanları çalıyor göç yollarında... Kocabıçak göz kırpıyor yıldızsız bir geceden sarkarak ovalara...Hüznü düşürüp dipsiz sulara...