Bu yasaları yapanlarda bizim çocuklarımız. Evimizden, soframızdan aynı sırada okuduğumuz okullardan çıkıp meclise gidiyorlar ya da mahkeme kürsülerinde oturuyorlar.

Bu insanların evlerde, okullarda, bahçede oynarken, eve reçelli ekmek yemeğe geldiklerinde ne öğrendikleri, ne gördükleri önemli, yoksa kocaman adamlar olduklarında savundukları her şey onların temel taşlarıyla ilgili.

Çocuklar ilişkiyi önce anne babalarında görür ve öğrenirler. Onların konuşmalarına, beden dillerine şahitlik ederler.

Benim babam şaka yapmayı seven bir adamdı. Tıraş olurken şarkı söyler, annem banyoya girse onun yüzüne tıraş köpüğü sürerdi. Annem bundan hiç hoşlanmaz çamur sürmüş gibi tepki gösterirdi. Güzel kahkaha atardı ama seçiciydi.

Biz de annemden ciddi olmayı, duygularımızı belli etmemeyi öğrendik.

Okullarda öğretmenler genelde veli toplantılarında çocukları velilere şikayet ederler. Oysa çocuklar orada daha çok zaman geçirir ve okul çağı çocukları öğretmenlerini aile bireylerden daha çok ciddiye alırlar.

Ben bu zamana kadar öğrencisinin gözünde yerinin farkında olan bunu olumlu kullanan bir öğretmene rastlamadım.

Oysa kendisine saygı duyan, kendini ciddiye alan herkes limon bile satsa bunu tabiatına uygun yapar.

Biz çocuklarımıza öz saygıyı öğretmiyoruz. Kendimize saygı duymadığımız için elbet.

Bu saygı duymama zinciri ailenin dışında devlette başlıyor. Devlette kendisini oluşturan bireylere, birimlere saygı duymuyor.

Onların yaşama hakkına, birey olma hakkına saygı duymadığı için bireyin kurduğu ailenin içinde de saygı yerini korkuya, tiyatral hiyerarşik bir düzene yer bırakıyor.

Çocuğu hizaya sokmak için anne, babanın yapma ihtimali olan şiddeti ortaya ısıtıp ısıtıp ortaya koyuyor. Kadın kocasına kızınca sen ne biçim erkeksin, diyor.

Kıskanç olmayan, karısını aldatan, eve yeterli para getirmeyen adamın erkekliğinden şüphe ediyor kadın.

Kocasından şiddet gördüğünde bunu kanıksıyor. Çünkü erkekler sinirli olur, yorgundurlar, öfkelerini kontrol edemezler.

Kadın evdeki problemi ailesine aktarmaya kalksa annesi kızım ben babana bayılıyor muyum?  Kan kussan kızılcık şurubu içtim diyeceksin deyip kızını problem mi evine postalıyor. Ya da tamam sen ama o hayırsız adamın çocuklarını buraya getiremezsin onları orada bırak, diyor. 

Ve böylece kadının kapıları açılmadan kapanıyor.

Biz evimiz içindeki çocukları eğitmeliyiz önce, birisi onlara şiddet uyguladığında ya da tehdit ettiğinde, çocuk karşısındakinin gözlerinin içine bakıp yalnız olmadığını bilmeli. Önce ailesine gelmeli, evini odasını benimsemeli. Ailenin bir parçası olduğunu sevildiğini, başı derde girdiğinde çözümün ve güvenin evinde, ailesinde olduğunu bilmeli.

O zaman hiç kimse çocuğumuza aylarca şiddet uygulayamaz. İki kere düşünmek zorunda kalır.

Hiç kimsenin karanlık zihninin gölgesi olmaya ihtiyaç duymaz çocuğumuz.

Bilir ki ailesi ona güveniyor, onun aklından, kalbinden şüphe duymuyor.

Kendine güvenen, sosyal hayatın içinde başarılı çocuklar yetiştirebilmemiz için önce kendimizi sevmemiz, güvenmemiz ve saygı duymamız gerekir. O zaman bizden olan her şeye sevgiyle yaklaşırız.

Sondan başlamak yerine en başa dönüp önce içsel yolculuğumuzda arınmalı sonra dünyamıza davet ettiklerimizi onurlandırmalıyız.

Şunu unutmayalım ki dünyamız zihnimizin ürünüdür, ve evren zihinseldir.

Dışımızdaki her şey zihnimizde olanların yansımasıdır.

Savaş, barış, duygusal şiddet, fiziksel şiddet sevgi bizim bildiğimiz kadar vardır.  

Güzel günlerde görüşelim.