Hafta sonunda inanılmaz enerjisiyle Başbakan Erdoğan, Ankara ve İstanbul’daki koşturmacası arasına, Sakarya ve Mersin il kongrelerini sıkıştırdı, iki ilde toplu açılışlara katıldı.
Bu yoğun çalışmanın gerektirdiği planlama ve organizasyon her yöneticiyi kıskandırıyordur sanıyorum. Merak ediyorum, bu planlamanın ayrıntısını yazan haberci çıkabilecek mi?
Erdoğan zaman zaman söylediği bir cümleyi Sakarya’da da tekrarladı: “Afyonkarahisar’dan yola çıkarken bir şey söyledik, ne dedik? Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet dedik.”
Birçok kez duymuş ya da okumuş olacağınız bu cümleden sonra Başbakan, millet, bayrak, vatan ve devlet anlayışını açıklar. Ancak her defasında açıklamasının birinde veya ikisinde eskisine göre ufak farklar görülür.
Erdoğan, Sakarya’da da ‘millet’ ve ‘devlet’ unsurlarını eskisinden farklı tanımladı. Bu farkı ‘yok’ sayacaklar olabilir, bana göre eski tanımlardan fark çok veya az olsun, Erdoğan’ın güncel tanımlarından bazı çıkarımlar yapabiliriz:
Erdoğan, milleti “Tek millet dedik. Ama millet bir etnik ırk değildir, millet aslında birçok değerleriyle o millet kavramı içerisinde birlik, beraberlik haline gelmiş, gerçekten kültürüyle, diniyle, inancıyla, her şeyiyle bir bütün haline gelen varlıktır” diye tanımlıyor ve ekliyor: “Ve onun için biz Türkiye’de bütün etnik unsurları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında ne yapıyoruz? Topluyoruz.”
Bu cümledeki duraksama nedeniyle ‘yurttaşlık’ ve ‘Türk’ kavramlarının nasıl anlaşıldığını ayıramıyorum. Ben, Sayın Erdoğan’ın sözünü “Vatandaşların hepsi Türkiyelidir” gibi anlama eğilimindeyim.
Millet tanımından daha çok ‘Devlet’ anlayışı üzerinde durmak istiyorum.
Başbakan Sakarya’da “Tek devlet dedik. Biz devletimizin içinde devlet kurulmasına müsaade etmeyiz, müsaade edemeyiz. Buna müsaade edildiği anda, bilesiniz ki Türkiye yeniden o geçmişteki sıkıntıları yaşamaya başlar” dedi.
“Devlet içinde devlet kurulmasına müsaade etmeyiz” diyen bir siyaset adamı ya da bir düşünür var mı? Var olduğunu ben bilmiyorum; Erdoğan’ın da açıkça ‘devlet içinde devlet’ diyeni bildiğini sanmıyorum!
PKK, KCK ve değişik Kürt gruplarının açıklamalarında farklı deyimlerle yerinden yönetim sisteminin çeşitli biçimlerine yer verilmiştir. BDP’nin okuduğum beyanlarında da ‘devlet içinde devlet’ denilebilecek bir istekle karşılaşmadım.
Birçok toplantıda Kürt düşünürleri dinledim, onları anlamaya çalıştım, ‘bağımsızlık’ isteyenlerin sözlerini bir yana koyarsanız, ‘devlet içinde devlet’ olarak yorumlanacak bir model duymadım. Bağımsızlık diyenler zaten tartışmamız dışında kalırlar.
Kürt çevrelerin gerekçelerindeki kelimelerin sertliğini bir yana koyarsanız, ‘devlet içinde devlet’ biçiminde yorumlanacak görüşlerini hatırlamıyorum. Yerinden yönetim tanımı konuşulurken merkezi idarenin görevlerinin ayrı ayrı sayıldığını çok duymuşumdur.
Başbakan bir süredir ‘merkezileşme’ bataklığına düştüğü için ‘devlet içinde devlet’ tanımını öne çıkarmaktadır. 12 Haziran seçiminden sonra karşılaştığımız merkezileşme örnekleri 1950 sonrasında görülmemişti.
Kürt meselesinin yarattığı korkuyla Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri ve demokratik düzende de yerinden yönetim sistemine geçilmemiştir. Son aylarda Başbakan’a ve bakanlara verilen yetkiler, belediye ve il genel meclislerinin zaten az olan yetkilerini anlamsızlaştırmıştır.
Geçen ay çıkan bir kanunda, birçok iş ve işlev sayan maddelerden sonra şu fıkra yazılıdır: “Bakanlık, bu kanunda belirtilen iş ve işlemlere ilişkin olarak yetki devrine ve bu iş ve işlemlerden hangilerinin (kimin) tarafından yapılacağını belirlemeye yetkilidir.”
Birçok yasa ve kanun hükmünde kararnamede benzer hükümleri okuyunca, “Her işin yetkilisini bakan belirleyebilecekse bu kanun niçin çıktı acaba?” diye soruyorum! Başbakan’a, “Yaptıklarını yıkacaksın” deme cesaretini gösteren de etrafta görülmüyor!
Yazılmış olsun; merkezileşme olan bir ülkede demokrasi gelişmez! 15-20 yıl yerinden yönetim deneyimi yaşanmadan başkanlık ve yarı başkanlık sistemi bütün devlet yönetimini karmaşaya sokar.
Kürt meselesi korkusuna yerinden yönetim korkusunu katıp oradan oraya çırpınıp duruyoruz!