Dijital demokrasi ya da e-demokrasi, vatandaşların bilgi ve iletişim teknolojilerini etkin bir şekilde kullanarak kamuoyu oluşturma ve karar verme süreçlerine katılımını anlatan şemsiye bir kavram olarak kullanılıyordu. Özellikle e-devlet ve sosyal medya, dijital demokrasinin ana çalışma alanlarıydı. Arap Baharı ve sonrasında birçok farklı ülkede muktedirlere karşı ortaya çıkan isyanlar, sosyal medya platformları üzerinden örgütlenerek güçlendi. Bu dönemde sosyal medya platformlarını birer özgürlük ve demokrasi platformu gibi lanse eden yoğun bir halkla ilişkiler kampanyası da başladı. Başta Twitter ve Facebook olmak üzere şirketlerin sahip olduğu sosyal platformlara olan ilgi (ve bu şirketlerin reklam gelirleri) giderek arttı.

Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü özellikle son iki yıldır sosyal medyanın demokrasiyi geliştiren değil demokrasiye zarar veren bir iletişim teknolojisi olduğu yolunda tartışmalar aldı başını gidiyor. Brexit ve Trump’ın başkan seçildiği son ABD seçimleri bu tartışmaları arttırdı. Ana akım medya, örneğin Economist dergisi, 2012 yılında ‘Sosyal Medya Devrimi’ kapakları yaparken, 2017’ye gelindiğinde “Sosyal Medya Demokrasinin Altını Oyuyor mu?” sorusunu soruyor. Gün geçmiyor ki ana akım medyada son yıllarda güçlenen popülizm, ırkçılık ve göçmen karşıtı hareket ile sosyal medya iletişimi arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir makale yayınlanmasın. Sosyal medya artık demokrasi, katılım, etkileşim ile değil, yalan haber, siyasi manipülasyon, filtre balonları, eko odaları, nefret söylemi ve tüm bunların toplumdaki kutuplaştırmaya olan etkisiyle anılır oldu.

Bu durum, dijital demokrasi kavramının artık daha dar bir çerçevede yeniden tanımlamayı zorunlu kılıyor. Şayet dijital dünyada bir demokratik kamuoyundan söz ediyorsak bu, şirketlerin dışa kapalı denetlenemez yapılarının içinde oluşturulan, kurallarını şirketlerin koyduğu ve kâr etme güdüsüyle yönetilen sosyal medya platformlarından farklı bir mecrada olmalı. Kişisel verilerimizin seçim kampanyalarında manipülasyon amaçlı olarak kullanıldığını gösteren son Facebook/Cambridge Analytica skandalı bile bunun için tek başına bir gerekçe sayılabilir.

Dijital demokrasi mecraları, her şeyden önce açık kaynaklı yazılımlarla oluşturulmuş, şeffaflığı ve gayri-merkeziliği ön planda tutan, kar amacı gütmeyen kurumlar tarafından yürütülen, nefret söyleminden arındırılmış, anonimliğe izin veren ancak trollere karşı güvenlik önlemleri olan, bir kişi ya da kurumun güdümünde olmayan, manipülasyon amaçlı yayınlara izin vermeyen güvenli dijital kamuoyu platformları olarak oluşturulmalı.

Bu platformların oluşturulmasında devletlerin önemli görevler üstleneceği ya da üstlenmesi gerektiği konusunda da fikirler öne sürenler var. Özellikle Kuzey Avrupa ve İngiltere gibi demokratik kültürün nispeten gelişmiş olduğu ülkelerde,  e-devlet kavramı dijital demokrasi ile birlikte anılıyor. Dijital demokrasinin hükümetler, kamu yönetimi, meclis, sivil toplum ve vatandaşların arasındaki bilgi alış-verişini geliştireceği düşünülüyor. Siyasi tartışmaları genişleteceği, vatandaşların siyaset üretme süreçlerine katılımını arttırması hedefleniyor. Estonya, Finlandiya, Norveç ve birkaç diğer Kuzey Avrupa ülkesi bu yönde ciddi mesafe kaydettiler.

Ancak, diğer ülkelerin yaklaşımına baktığımızda, hükümetler bilgi ve iletişim teknolojilerini demokrasiyi geliştirmekten çok vatandaşları denetlemek için kullanmaya eğilimliler. E-devlet, vatandaşların devlet ile ilgili işlerini kolaylaştırmak için kullanılıyor ancak iş gündem belirleme, politika oluşturma, karar alma, politika uygulama ve politika geliştirme gibi demokratik süreçlere geldiğinde gelişmeler oldukça sınırlı ve ümit verici değil.  Üstelik e-devlet çalışmaları, temsili demokrasinin krizlerini gidermeye odaklanmış, yeni bir yönetişim oluşturmaktan çok eskinin meşruiyetini tekrar sağlamayı amaçlayan, toplumdaki ideolojik ve kültürel farklılıkları yok sayan bir anlayışla, demokrasiyi teknik bir meseleye indirgeyen yaklaşımları aşamıyorlar.

Şirketler ve devletleri bir yana bırakırsak, dijital demokrasi platformlarını oluşturmak için geriye sadece sivil toplum kalıyor. Kâr amacı gütmeyen kooperatifler, sosyal girişimler, sivil toplum kuruluşları ve yurttaş inisiyatifleri katılımcılığı ve karar verme süreçlerine etki etme gücünü arttırmayı amaçlayan çeşitli araçlar geliştiriyorlar. Demokratik gelişmişlik seviyeleri farklı birçok ülkede; yazılımcı, tasarımcı ve aktivistler dijital demokrasi platformları geliştirmek için büyük bir çaba içinde.  Elbette bu çaba toplumlara demokrasiyi ‘yükleyecek’ bir mucize yazılım bulmak için yapılmıyor. Ancak demokrasi kültürünün gelişmesi ve artık miadını doldurmuş temsili demokrasiye alternatiflerinin bulunmasının yolu da teknolojiden geçiyor. Demokrasi talebi ve ihtiyacı olan kurum ve kuruluşların karar alma ve seçim süreçlerinde demokrasi araçlarını denemesi, kullanması ve topluma iyi örnekler oluşturması için çaba göstermesi gerekiyor.