Anlatılan senin hikayen. Hikaye tarihe dönüştüğünde, sessizce veya bağıra çağıra, silik veya alabildiğine kuvvetle, (bu elbette sana kalmış) bir yerlerde senin de adın yazacak.

Bu anlatılan, senin hikayen. Koşulları en iyi ihtimalle elli yılda bir oluşan kuvvetli bir dönüşüm sürecinden geçerken bu ülke, hiç kimse yazılan yeni hikayeye tarafsız kalamaz, kalamayacak. Paris 68’de Sorbonne duvarlarına “Şiir sokaktadır” yazan gençler insanlığa açılan bu büyük paragrafın baş aktörleriydiler. Gençler sokaklarda polis barikatlarını yıkarken perdelerini çekerek güvenli evlerinde onları izleyenleri tarih tarafsızların yanına yazmadı, yazmayacak. Hükmedenin, tahakküm edenin, zulmedenin karşısında durmayan her eylem, doğanın yasaları gereği gücü elinde tutanın artı hanesine yazıldı, öyle yazılacak.

Böyle günlerde susmak eşittir dolaylı olarak da olsa hükmedeni onaylamak, güçlü olanın tarafında olmak… Böyle günlerde eylemsizlik eşittir mevcut durumun devamını onaylamak, gizli ve çok tehlikeli bir güvenoyunu muktedire sunmak...

Ve inan, bu anlatılan, senin hikayen.

Boynunda zincirle doğanların ayaklanmasında, Spartaküs’ün sırtındaki kamçıyı efendisine doğrulttuğu gün hiç kimse tarafsız kalamazdı artık. Tarih, kölelikten başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların isyanında, bir köşede sessizce kamçılanmayı kabul ederek efendiler izin verdiği sürece hayatta kalanları tarafsızların yanına yazmadı, yazmayacak. Sırtındaki kamçı izini söküp atmayan herkes, dolaylı olarak zulmedeni onaylayanlardı artık.

Çağlar değişir, ülkeler değişir, sınırlar değişir, sömürü biçimleri değişir ve dünya keskin bir bıçakla ortadan ikiye bölünmüş gibi uzayda konumlanmaya devam eder: Bir tarafta ezenler ve bir tarafta ezilenler. Bir tarafta zulmedenler ve bir tarafta zulmedilenler.

Ve inan, bütün benliğinle parçası olduğun bu hikaye, bu anlatılan, senin hikayen.

En kolay biriken, en hızlı çoğalan, en çabuk aktarılan duygunun “acı” olduğu bir ırkın çocuklarıyız hepimiz. Dünyanın istenmeyen çocuğunun: İnsan ırkının. İşte bu yüzden, tam da bu yüzden 30 yıldır kan kırmızı akıyor Kızıldere. Tam da bu yüzden, yağmuru taşıyan ve hiçbir zaman yağmayan karanlık bulutları göğünden hiç eksik olmuyor Srebrenitsa’nın. İşte bu yüzden, adını hiçbir zaman unutmuyor Dersim. İşte bu yüzden, bütün bu biriken acıları taşıyamadığından, katliamların adını facia koyuyor insanlık. Aynaya bakacak gücü ve cesareti kalmadığından, kendisini unutmak için kendi bilinçaltına hasarlı kelimelerle saldırıyor insanlık.

En iyi ihtimalle yarım asırda bir, keskin bir dönüşümün ağrısıyla sarsılır toplumlar. Türkiye, böyle bir eşikte durmuş, geçmişine ve geleceğine tedirginlikle bakıyor bugün. Saflar sıklaşıyor, sıklaşan safların arasından, korku ve umut iç içe geçerek, bütün sokakları, bütün şehirleri, bütün bir ülkeyi sarıyor. Adlar değişiyor, insanlık tarihinin özeti olan bu büyük kutuplaşma, baki kalıyor:

Bir tarafta ezenler, bir tarafta ezilenler.

Bir tarafta hükmedenler, bir tarafta hükmedilenler.

Ve inan, bu anlatılan senin hikayen.

Sustukça tarafsız değilsin, susturanların, susmayı dayatanların, senin yerine düşünme kibrinde olanların, kural koyucuların, ortak topu sahiplenip başka hiç kimseyi oynatmayanların tarafındasın.

İnan, şiir sokakta yazılıyor ve bu anlatılan, bütünüyle senin hikayen…