Darbe denilince haklı olarak birçoğumuzun aklına asker postalı gelir. Haklı olarak aklımıza gelir çünkü postal tabanlarının bıraktığı iz öyle kolay geçmez. Fiili olarak bir asker postalıyla karşılaşmamızın üzerinden 34 yıl geçti.34 yıl boyunca önemli ölçüde silinmiştir artık diye düşünülebilir ilk bakışta postalın izleri. Ancak ne yazık ki bunu söylemek o kadar da kolay değil. Ayrıca geçen 34 yılın tamamında da de fakto olarak olmasa bile askerin botları kendini 28 Şubat’ta ve 27 Mayıs’ta farklı pratiklerle hissettirdi. Öyle ya cumhuriyeti kuranlar onu askerin postalına emanet etmişlerdi, bu durumda onlar da görevini icra ediyorlar denilebilir! 34 yıldır fiili bir asker müdahalesi yok ama bu 12 Eylül’ün bir bütün olarak yok olduğu anlamına gelmez. 12 Eylül’de kamusal olan her alanda bırakılan postal izleri hala önemli ölçüde canlılığını koruyor. Nerede bulabiliriz bu izleri sorusuna cevaben, her yerde cevabı en basit ve abartısız olan cevap olacaktır.12 Eylül’ün izleri, yargıda, üniversitelerde, siyasette, anayasada yani toplumsal olan her bir birimde hala hissediliyor.

11 yıl önce siyasi iktidarı eline alan AKP hükümeti, cumhuriyetin bir geleneği olan asker sultasını ve özelde de 12 Eylül,28 Şubat ve 27 gibi fiili ve kısmi asker müdahalelerine karşı savaş açacağı vaadiyle iktidara geldi. Askeri vesayeti yıkacağız, nerdeyse tüm hükümetlerin istikrara kurban ettikleri “küçük bir ayrıntı olan” demokrasiyi hâkim kılacağına dair söz veren AKP iktidarı 11 yılda ülkeyi nereye getirdi? Askeri vesayeti kırabildi mi, demokrasiyi inşa edebildi mi, artık askeri darbelerle yüzleşmeyecek miyiz? Kışladan okula, üniversiteye, sivil topluma, siyasete ve yargıya ayar verme dönemi bitti mi? Bu sorulara birlikte cevap aramaya çalışalım. Evet, herhangi bir sabah uyandığımızda askerin sokaklarda tanklarla gezdiğini, kamu kurumlarının apoletlilerin denetimi altına girdiğini daha az bekler olduk. Ancak bunların şimdilik yaşanmaması ya da askeri darbenin gerçekleşmemesi memlekette her şeyin yolunda olduğuna işaret değil şüphesiz. Belki de doğru soru şu, darbeyi sadece omuzlarında apolet, ayaklarında postal olanlar mı yapar? Seçilmiş-sivil bir iktidar darbe yapamaz mı ve bu darbenin adına sivil darbe demek için hangi maddi dayanaklara sahip olmamız elzemdir.

Postal ve apoletle yapılan bir darbede ne yapılır; öncelikle yalanda da olsa var olan anayasa askıya alınır, yasama-yürütme-yargı gibi demokrasinin temel direği ve güvencesi olan erkler ayrılığı ortadan kaldırılır, medya üzerinde geniş sansür uygulanır ve hiç şüphesiz postallı darbenin olmazsa olmazı olan toplum genelinde cebir ve şiddetin yaygın olarak kullanılır. Bunlar kısaca “klasik-askeri” bir darbenin abc sini oluştur. Peki, tüm bunlar gerçekleşiyor fakat gerçekleştirenler apoletliler değilse bunu nasıl tanımlamalıyız? Askeri vesayeti geriletmek ve mümkünse yok etme paradigmasıyla iktidara gelen bir siyasal parti olan AKP 11 yıl içinde kışlanın siyasal yaşam üzerindeki baskısını tasfiye ettiğini deklare etti. Bunun anlamı, Türkiye artık kışlalardan bol apoletli generallerin direktifleri doğrultusunda yönetilen bir ülke olmaktan çıkmış olduğudur. Askerin siyasal yaşam üzerindeki gölgesinin geriletildiği kısmen doğru, peki o zaman yargının, polisini, üniversitenin, parlamentonun üzerindeki bu yeni gölge de neyin nesi? Bu sivillerin yani AKP iktidarının gölgesi.

AKP 11 yıllık iktidarı boyunca yürüttüğü hırsızlık faaliyetlerinin açığa çıkmasıyla birlikte adı konmamış olsa da sivil bir darbe yaptı ülkede. HSYK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum haline getirilmesiyle kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kaldırıldı, anayasanın hükümlerin uygulanmadığını savcıların ifadeye çağırmaları halde Başbakan’ın izni olmadan kimsenin ifade verememesinden gayet anlaşılabilir. Polis ve emniyet birimlerinin tamamı siyasal iktidarın denetimi ve emri altında. MİT dâhil olmak üzere ordunun denetimi ve hareket mekanizması Başbakan’a bağlanmış bir vaziyette. Sokaklarda fiili cebir ve şiddet bizatihi Başbakan’ın emriyle uygulanıyor, neredeyse her gün güvenlik güçleri tarafından bir insanımız, bu çocuk da olabilir, farklı ateşli silahlarla öldürülüyor. Matbaaların hala kapatılmamasına karşın medya üzerinde baskı ve tehditler işten bile değil. Hiçbir hukuksal süreç işletilmeden Başbakan’ın meydanlardan verdiği emirler doğrultusunda haber siteleri, sosyal ağlar yasaklanıyor. Tüm bunları yapan bir siyasi lider sırf askeri üniforma yerine takım elbise giyiyor diye yapılanları darbe olarak tanımlamamak mı gerekiyor? Tamam, darbe ancak askeri değil Sivil Darbe tüm bu yapılanlar.

Başka türlü nasıl tanımlanabilir içinden geçtiğimiz konjonktür bilemiyorum. Ancak ülkenin yönetimini elinde bulunduranlar, kıraathane havasında ve düzeyinde seçim yatırımı olsun diye komşu ülkeyle aramızda nasıl savaş çıkarsak üzerine amatörce konuşurken kayıtların sızdırılması yüzünden dakikalar içinde sosyal ağların kapatılıyor. Üstelik tüm dünya izleyebilirken kendi yurttaşlarına kapatılıyor. Oğlu çaldığı paraları saklayamayıp yakalanınca ifade vermeye gitmesin diye oğlunu yanından ayırmayan bir Başbakan’ın öte yandan ifadeye çağıran savcıları görevden alıyor ya da görev yerini değiştiriyor. Çalınan paraların membasına operasyon yapan polislerin sürgüne gönderiliyor ve son olarak bunları yapmaya hakkınız yok diye sokağa çıkan insanların üzerine Başbakan’ın emriyle gaz kapsülleri, tazyikli su ve yer yer kurşun yağdırılıyor. Tüm bu yaşanan süreç Sivil Darbe değil de nedir.

Darbe, kışla retoriği üzerinden olunca ve kıyafetler üniforma olunca darbe oluyor da Cami retoriği üzerinden olunca ve kıyafetler sivil olunca darbe olmuyor mu?