Cumartesi İnsanları’nın 700. hafta eylemi İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Ardından “eylemin yasaklı olduğu” gerekçesiyle Cumartesi İnsanları ile dayanışmak için gelenler polis saldırısıyla, gözaltılarla engellenmek istendi.

Cumartesi İnsanları’na müdahale yeni değil. 1999 Ağustos’unda aylarca süren engelleme girişimlerinden sonra eyleme 10 yıl ara vermek zorunda kalmışlardı.

2009’da yeniden başlayan eylemin bu kez yasaklanmasının resmî gerekçesi eylemin ilgili kuruma bildirilmemesi. Böyle bir izin almaya gerek yok Anayasa’ya göre: “Herkes önceden izin almaksızın…”

Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin izin alınmaması nedeniyle yasaklanması devlet aygıtını zorbaca kullananların çıkarları öyle gerektirdiği için keyfi uygulamalarından ibaret. Hesap sorulması günah ve yasak olan ceberut devleti pekiştiren bir fiil. Bunun için hiçbir makûl dayanağı yok.

Böyle durumlara klasik devlet refleksi işler. Eylem derhal yasadışı ilan edilir ve polisin müdahalesine meşruiyet kazandırılmaya çalışılır önce. Bu genelde eylemcilerin “aşırı davranışları” gerekçe gösterilerek yapılır. İktidar yandaşı medyada olay “polisle çatışmaya girenlerin huzur bozan eylemi” olarak yansıtılır. Devlet şiddeti bir şekilde örtülür, hak arayışında temel nokta gözden düşürülmeye, kamuoyunun gündeminden çıkarılmaya çalışılır. İnsanlar itibarsızlaştırılır, “marjinal gruplar” oluverir hemen.

Sesini duyurmak için çıktığı yolda sözün gelişi işyerinde emeği çalınan ve grev hakkı engellenen işçinin, okulda kötü koşullarda çalışan öğretmenin, erkeğin şiddet uyguladığı kadının, ansızın işsiz bırakılan çalışanın, eğitim hakkı elinden alınan öğrencinin, hayat tarzına müdahale edilen yurttaşın, dünya görüşü, inancı ya da inançsızlığı nedeniyle ötekileştirilen bireyin bir kez daha hakkı ihlal edilir.

Devletin güvenlik güçlerinin meydanlarda, sokaklarda, evlerde işkencelere, ölümlere neden olmasında ele geçirilen medya aracılığıyla gerçeği gizleme, manipülasyon, kara propaganda genişlediği ölçüde mağduriyet de artar. İktidardakilerin insanları hedef göstermesiyle, medyanın nefret söylemleriyle, kullanılan ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici dille örülen kötülüğün sınırları yoktur.

İktidarlar yalnız mevcut politikalarına değil toplumsal rahatsızlıklar artmaya başlayınca şiddete yönelik de rıza üretme işine girişir. Bu sayede kabul ettirilmeye çalışılsa da sorumlularının hâkim karşısına çıkarılması elzem olan insan hakkı ihlalidir yaşananlar.

Çoğu olayda dava bile açılmaz ancak yapılabilen yargılamalarda faillere devlet görevlisi olduğu için “kanun önünde eşitlik” ilkesi de ihlal edilerek fiili olarak ayrıcalık tanınmasıyla veya yargılamanın izne bağlanmasıyla cezasızlık ortaya çıkar. Bu hem adaletsizliği artırır, hem de toplumsal barışı ortadan kaldırır.

İnsanî ve vicdanî olmaktan zaten çok uzak ki, işkence görenlerin, polis merkezlerinde şiddete uğrayanların, toplumsal gösterilerde katledilenlerin, mahallesinde veya köyünde bir gün rehin alınarak kaybedilenlerin yakınlarının hakkını arayamadığı, insanların başta yaşam hakkı olmak üzere tüm haklarının güvencede olmadığı bir düzene herhalde değil hukuk düzeni, kanun devleti bile denilemez!

Anayasal eylem hakkının sudan bir sebeple gasp edilerek eylemin yasadışı tanımlanmasındaki, mağdurun düşman ilan edilmesindeki temel mesele; aslında tüm hak arama yollarının kapatılmasına karşılık insanların son çare olarak sesini sokaktan duyurma çabasının, daha da ötesinde insanî duyarlılık gösteren insanların dayanışmasının engellenmek istenmesidir.

Ancak asıl soru böyle ceberut devlet uygulamaları ve hukuksuzluk karşısında ne yapılacağıdır: Adalet kurumları çoğu kez güçlüden yana kararlar aldığı ve egemenler böyle istediği için yaşam daha çok zindana mı dönecektir? Yoksa adalet için, başka hak ihlalleri yaşanmaması için, ölüme tek bir insan daha vermemek ve insan onuruna sahip çıkmak için direnilecek midir?

Cumartesi İnsanları’nın Galatasaray Lisesi’nin önündeki oturma eylemi adaletsizliğin üzerindeki duvarı biraz olsun kaldırmak için. Pankartsız, slogansız, sadece fotoğraflarla gözaltında kaybedilen sevdiklerine ne olduğunu soruyor Cumartesi İnsanları. Meclis’te, savcılıkta, emniyette, adliyede, medyada ve her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda.

Yıllardır yanıt alamıyorlar. Soruşturulmayan dosyalar, kovuşturmaya yer olmayan soruşturmalar, işleme konulmayan dilekçeler, reddedilen itiraz başvuruları, zamanaşımına uğrayan davalar, Anayasa Mahkemesi’ne giden dosyalar, zaman bakımından kabul edilemez bulunan başvurular, AİHM’e açılan davalar ve mahkûmiyet kararları, devam eden yargı süreçleri… Başbakanla görüşmeler, cuntacılara sorulan sorular, Adalet Bakanı’na yazılan mektuplar…

Ömürlerini sevdiklerini katledenlerin yargılanması ve insanlık suçlarında zamanaşımının kaldırılması için adamışlar. En barışçıl eylem biçimiyle sessizce ama inatla ve ısrarla direniyorlar: “Evladımız, eşimiz, ağabeyimiz, babamız nerede?”

Evladı gelir diye kapıyı açık bırakan, çocuğunun akıbetini sorduğu için gözaltına alındıktan sonra annelerin adaleti göremeden öldüğü bir ülke burası. Adaletsizliğin ve mücadelenin kuşaklara yayıldığı, sızının hep devam ettiği…

Aradıkları yakınlarından bazılarının cansız bedeninin kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıktı, bazılarının Meclis komisyonlarında ve tanıklıklarla gözaltında işkenceyle öldüğüne kanaat getirildi ancak dua edecekleri bir mezarları bile yok. Sevdiklerinin kemiklerini arıyorlar bunun için kemiklerini. Bunca yıl neler yaşadıkları, hangi travmalarla baş etmek zorunda kaldıkları, nasıl mücadele ettikleri işte o vakur sessizliklerinde saklı.

“Derin devlet” cinayetlerinde devletten bir yanıt istiyorlar. Ancak devletin kendilerinden haberi yok!

Yetkililer bırakın biraz olsun sorumluluk hissetmeyi ve utanmayı, ya üç maymunu oynuyor ya da önceki günkü gibi polise talimat vererek insanları biber gazıyla, plastik mermiyle, ters kelepçeyle gözaltına aldırıyor. Ve bir de hakaret ediyorlar.

Muktedirler gelip geçecek ve belki bir gün bu cinayetler de aydınlatılacak ama Cumartesi İnsanları toplumsallaşan barışçıl eylem biçimiyle, direnişiyle, dayanışmasıyla bu toplumun hafızası olarak hak mücadelesini ve adalet bilincini hep diri tutacak.