Bu aralar sürekli bir gülme manyaklığına tutuldum. Öyle durup dururken aklıma bir şey gelmiş gibi ya da sadece benim gördüğüm bir şeye gülmüyorum.

Neşenin içine dahil olmak istiyorum.

Böyle gülerken beynim pekmez gibi kulağımdan aksın, istemiyorum elbet.

Vizyondaki Türk filmlerinin çılgınlığına kaptırdım kendimi belki de.

O kadar çok komedi filmi var ki.

Güleceğimden emin olduğum şeye gittim sonunda.

Gülse Birsel’in senaryosunu yazdığı “Aile Arasında” filmine.

İlk sahne, senaristin kendine has tarzına, şapka çıkarmanıza sebep oluyor.

Eyvallah diyorsunuz, oturduğunuz koltukta, yayıldığınız yerde şöyle bir dik oturup, komedi ciddi iştir, diyerek gözlerinizi dört açıyorsunuz.

Engin Günaydın kapıdan içeri giriyor. Yorgun argın gelmiş adam işten, karısı onu kanepede oturmuş bekliyor.

Kadının yüzünden tır geçmiş ama botoks yemiş gibi bir hava var.

Sıkıldım ben, diyor hem de çok sıkıldım.

Eminim bu sahne birçok kadını ve adamı Aşil topuğundan yakalayıp silkelemiştir.

Sonra çığ halinde yükselerek espriler gelmeye başlıyor.

Kadınlık halleri, erkeklerin öküzlüğü, içimizde yatan hassas çocuklar...

Hepsinden dem vuruluyor.

Bir hikayenin içinde bütün karakterlerin abartık tipler olması, hepsinin de komik olması, rollerini kocaman kocaman oynaması bir tarz mı? Bilmiyorum.

Böyle hikayelerde, elinizde bir gırgır dergisi varmış, her bir karakter ayrı bir karikatür karesiymiş gibi bir durum geliyor benim aklıma.

Aynı hissi “Kardeş Payı” dizisini seyrederken hissederdim. Sanki her bir karakter hızla esprisini yapar ve yerini diğerine devrederdi. Gülmeye ara verme nedeniniz başımızın ağrısı olurdu.

Böyle hızlı bir geçit mi olmalı her şey bilmiyorum.

Eve gelince, bunu evin ahalisi ile paylaşmak istedim ama bizimkiler de film çekiyorlar. Sette dördüncü günleri falan gerginlik hat safhada, o yüzden beni duymazdan gelmelerine de pek aldırış etmedim.

Her neyse...

Her sorunun bir cevabı yokmuş bak onu da yeni öğrendim. Çünkü yeni bir kitaba başladım. Onu da başka zaman anlatırım.

İyi o zaman, dedim bu sabah kahvaltıda, madem sorularıma cevap alamıyorum ben de akşamki etkinliği anlatayım.

Bilgisayarımı da açtım, sunum yapar gibi koydum masanın kenarına, anlattım nasıl güldüğümü.

Size de anlatayım efendim...

7 kadın bir araya gelmiş stand-up show yapıyorlar.

Ben Kadıköy’de “Bina” diye bir yerde izledim.

Bu sabah da aklımda kalanları gülmekten anlatmayı beceremeyince, dur dedim ben sana seyrettireceğim internette. Çünkü bir sürü programa konuk olmuşlar, teaserlarını ve konuk oldukları programlardan birini seyrettik birlikte.

Güle oynaya kahvaltı ettik anlayacağınız.

Grubun adı “Çok Da Fifi Hatunlar”.

Yaş grupları birbirine yakın, oyuncu yazar gibi mesleklerden kadınlar bir araya gelmiş, zaten ayrı ayrı sahnelerde stand-up yapıyoruz neden bir arada çıkmayalım demişler, çok da iyi etmişler.

Kadın ve erkeklerin sayısı dengeli sayılırdı showda. Ben gitmeden önce Kadife sokağın müdavimi oğlumdan ön bilgi aldım. Dedim, nasıl bir yer, kadınlar sahne alacak, falan filan.

Karga Bar’ın sırasında şahane bir yermiş meğer. Resim sergileri falan oluyormuş, arada başka sosyal faaliyetler de oluyormuş.

Bar olarak gayet güzel müzikleri de var bu arada.

Ben de Kadıköy’ü bir kez daha sevdim. Çünkü artık Taksim’e gitmiyoruz, güvenli gelmiyor. Bir şey olsa koşarak eve geliriz kafası yaşıyoruz ve doğal olarak evimize yakın olmak istiyoruz.

Gençliğimde Kadıköy’ü sevmezdim, en çok da eve yakın olduğu için belki de.

Nefesimi kesen yer Taksim, Beyoğlu’ydu.

Fakat akşam Kadıköy’ü bir daha sevdim nedense.

Üstelik çok eğlendim.

En çok kadın seyirci güldü sanki. Hele arkamızda “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinden bir oyuncu vardı ya da ben benzettim. Zaten normalde görmüyorum bir de akşam ışığı iyice kör ediyor beni.

Sanki masalarında oturmuş derin devlet işleri konuşulurken kadınlar gürültü yapıyormuş gibi bir halleri vardı. Böyle gayet ciddi seyrettiler.

Bizim toplumda gülmek kadınlara has bir şeydir aslında. Gülmenin de adabı vardır tabi.

Öyle çın çın gülmek de pek hoş karşılanmaz, bir pirzolaya denk gelse de.

Erkekler, hele bir de kadının teki sahneye çıkmış, onların biricik cinsel organlarıyla dalga geçiyorsa, kadınlar da buna kahkahalarla gülüyorsa...

Gülmezler elbet.

Kendi aralarında her türlü şakayı yaparlar ama başkasının laf söylemesine hele bir de gülüp dalga geçmesine asla izin vermezler.

Oysa akşam bizim güldüğümüz “Çok Da Fifi Hatunları”nın tiye aldığı şeyler aslında erkeklerin kadınları bir manada sınıflandırdığı, kategorize ettiği yer ve zamanlardı.

Günse Birsel de yazdığı senaryoda böyle bir şey yapmış aslında.

Orada kibirli dolaşan kayınvalidenin sonradan ortaya çıkan sütçüyle aşkı, bir nevi intikam belki de ama nedense beni sinirlendirdi.

Bir durumun kim tarafından, nerede anlatıldığı her zaman önem taşır.

Sinirlendim çünkü kadını erkekçe aşağılama yöntemi olduğu duygusuna kapıldım.

Görgüsüz, gelinlerine eziyet eden kayınvalide geçmişte yaşadığı ilişki yüzünden sonunda secde ediyor her türlü duruma.

Bu durum, toplumun erkeğin eline tutuşturduğu bir maşa ya da taş.

Kadında hoş durmuyor.

Başka bir komedi hali de Mahinur Ergun’un yazdığı “Hayatın Sırları” dizisi.

Hayatın anlamı nedir diye soruyor, Tery Eagleton aynı adlı kitabında sonra da diyor ki, hayat gökyüzündeki buluttan farklı bir şey değil. Hayatı anlamlı yapan bizim onunla ne yaptığımız.

Bu dizide herkesin hayatında bir sır var.

İnsanın sırrının olması güzel bir şey de dönüp dolaşıp o sırrın ayağına takılması hiç hoş bir şey değil hatta kabus.

Bu hikayede ise aile kavramı o kadar sahici ki o sıcaklığa özeniyor insan ve kendi hayatından parçalar buluyor.

İşte o dönüp dolaşıp ayağa takılan sırlar da o sıcaklığın içinde eriyip yok oluyor.

Kardeşler mesela terasa çıkıyorlar sohbet etmek, sorunlarını konuşmak için.

Evin büyük kızının ayrıldığı sevgilisinden bir çocuğu olmuş onu arıyor. Abisi durumu öğrendiğinde öyle toplumun genelindeki gibi olaya cinayet süsü vermedi. Sen bu yükü tek başına nasıl taşıdın dedi, ağladı.

Seninle gelmemi ister misin? diye sordu, çocukla ilgili bir durumu kızın çözmesi gerekiyordu, kız kardeş o kadar sevindi ki, abisinin onunla birlikte gelmeyi teklif etmesine, ne olur dedi, lütfen gel, artık bu yükü tek başıma taşıyamıyorum.

Çarşamba günleri favori dizim olur kendisi.

İçinde mutsuzluk barındıran şeylere tahammül edemiyorum.

Denge olsun istiyorum.

Birinin kötülüğünü hemen unutturacak iyi bir şey görmek istiyorum.

Herkesin böyle düşündüğüne eminim.

Hepimizin bünyesi bir süre sonra kaldırmıyor olumsuzlukları ve doğası gereği kendini rahatlatacak mercilere koşuyor.

Güzel günlerde görüşelim efendim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.