Kurultaylar partisi olarak bilinen CHP, 37. Kurultayını hafta sonu yaptı ve mevcut genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu, tek aday olarak girip, seçilip yoluna devam etti. Türkiye’nin tek adam rejimi olduğundan ve haklı olarak yakınan Kılıçdaroğlu, kendi partisinde tek adam gösterisi yaparak Erdoğan’ın tek adam rejimine bir alternatif sunmak istedi herhalde. Konu ile ilgili Demokrat Haber’de Faik Akçay da konuya bu yaklaşımla değindi. Yazı şurada. CHP, MHP’den kopma Meral Akşener ve Türk milliyetçisi bir kadro tarafından kurulan İYİ Parti, seçime girebilsin diye 20 milletvekilini bu partiye geçirmişti. Ancak bu hafta sonu Kılıçdaroğlu’nun rakipleri İlhan Cihaner, Tolga Yarman ve Aytuğ Atıcı, aday olmak için gereken delege sayısı desteğine ulaşamadı ve seçim tek aday Kılıçdaroğlu’ya kaldı. Peki Kemal Bey, “demokrasi” adına İYİ Parti’ye yaptığını neden kendi partisindeki arkadaşlarına yapmadı? Çünkü genel başkanlık, çok hoştur. Peki, bakalım o zaman nedir bu Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içinde kimselere nefes aldırmama uğruna savunduğu gelecek vizyonu? Bu dar vizyonu 2 önceki şu yazımda anlatmıştım. Bugün aday adayı olan ama aday yapılmayan İlhan Cihaner’in konuşması üzerine biraz kalem oynatacağım.

Yerli ve Milli CHP, Yerli ve Milli Oligarşiye Karşı

Yerli ve milli kalıbı, Tayyip Erdoğan tarafından 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidarı bittikten sonra kullanılmaya başlanan bir kalıp. Yerli ve milli, (köken olarak aslında aynı anlama gelen bu iki sözcük), Tayyip Erdoğan’ın HDP’yi etkisizleştirmek ve ana muhalefeti de kendine yedeklemek için, dilinden düşürmediği “eski Türkiye”nin devlet politikası olan tekçi – baskıcı politikaya geri dönüşünün ilanıdır. Bu politikanın ana taşıyıcısı olan ve o zamana dek genel başkan düzeyinde kendisine demediğini bırakmayan MHP ile ittifak kurarak da bunu teyit etti zaten. Sonrasında da karanlık süreç başladı. Bugün demokrasisi, hukuku askıya alınmış, dış politikası macera alanında ilerleyen ve ekonomik çöküntüsü her geçen gün artan günlere geldik. Normali de bu zaten, salt kendi iktidar varlığını sürdürmek için merkezi bir oligarşi kuran liderlerin yönettiği ülkeler, her zaman bu noktaya gelmiştir. Şaşırtıcı olan bu değil, şaşırtıcı olan CHP aslında. Aday olamayan İlhan Cihaner de yaptığı konuşmasında bu şaşırtıcılık tarafına değindi.

Cihaner, konuşmasında şunları söyledi: “Çok öfkelendim. Savaş tezkerelerine ‘Evet’ dedik. Hiçbir savaş tezkeresine ben ‘Evet’ demedim. Sahte bir yerlilik ve millilik anlayışıyla Ortadoğu halklarının gözyaşına boğulmasına partimizin resmi görüşü, şimdi burayı terk edenler, ‘Evet’ dedi. Milli olacağız ya! Başka bir şey daha. En büyük derdimiz sahte sol arkadaşlar. Burada sahneye çıkan herkes Atatürk diyor, Deniz Gezmiş diyor. Deniz Gezmiş, Ortadoğu halkları için, mazlum Filistin halkı için çatışmaya gittiğini hepimiz biliyoruz. Ama bu divanda bir arkadaşımız (CHP Aydın Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve 37. Olağan Kurultay Başkanı Özlem Çerçioğlu) Afrin’e atılan bombaların üzerine imzasını attı. O ağızla çıkıp Deniz Gezmiş’i savundu. Burada telaffuz etti. Peki, Kürt halkı, Afrin meselesindeki tutumumuzdan dolayı bize, ittifaka nasıl oy verecek? İttifak, ittifak diyoruz.” Ben öncelikle İlhan Bey’e ağzına sağlık diyorum ve az bile söylemiş diye ekliyorum. Türkiye’nin bugünkü halinin müsebbibi eğer AKP ve Erdoğan ise bu siyasetin bir İslamcı merkez sağ siyaset olduğunu ve buna karşı hazırlanan alternatif Millet İttifakı’nın da yine piyasacı, militer, tekçi ve iktidar merkeziyetçi bir sağ siyaset olduğunu açıkça söylemeliyiz. AKP- MHP ortaklığında kurulan, TBMM’nin işlevini ortadan kaldıran yerli-milli oligarşik yapının, hem devlet hem toplum yapısını değiştirecek, uzun vadede maalesef kalıcı ve derin hasarlar yaratacak adımlarına eklemlene eklemlene belki oy çokluğunu sağlayarak bu kez sizler iş başına gelirsiniz ama elinizde zararı bini bi para bir yapı ile o zarar görmüş yapıdan kendi ekmeğini çıkarmaya niyetli yeni kadrolarla fayda sağlayacak bir politika üretemezsiniz. Nasıl ki zamanında Feto denildiğinde köpüren insanlar, şimdi başımıza bela ettikleri Fethullah Hocalarına FETÖ diye isim buldular ve siz de, bu ismin üzerine atlayıp kendine iktidar alanı açmaya çalışan Perinçek gibi tutum alıyorsunuz işte yine “Her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık” diyen kişinin çıkardığı “Yerli-milli” lafına da balıklama atlayıp bir de yarışına giriyorsunuz. Sonra da Kürtlerden, Demokratlardan seçim zamanı geldiğinde 2014 yerel seçimlerindeki kampanyanız gibi “Tatava yapma, bas geç” kabilinden oy istiyorsunuz. Sadece ve sadece seçimi kazanalım gerisi kolay kafasıyla yapılan siyasetin sonu (ki ona siyaset denmez laf kalabalığı denir) bugünkü durumdan çok farklı olmaz. Takımını şampiyon yapacak teknik direktör benzetmesi ile genel başkanlığa aday olan Muharrem İnce ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında bugün bu anlamda bir fark kalmadı. İlkeler, gelecek vizyonu, somut siyaset, hak arama yok, iktidara gelme yarışı var. Oysa bugün yalnızca Türkiye değil tüm dünyada ihtiyaç, partilerin ve onların başkanlarının değişimi değil iktidar denilen alanın tahakkümünü ortadan kaldıracak, kapsayıcı dönüşümlerdir. Oy için, olabildiğince insana şirin görünüp, çoğunluğu alıp sonra kafasına göre devletin imkanlarıyla ülke yönetmeyi hayal edenler, çok zahmet etmesinler, zaten Türkiye’de ve dünyada bolca örneği var.

Biten Şeylerin Görülmesi ve Gelecek

Bundan sonrasında İlhan Cihaner gibi gerçek bir demokrat çizgiyi ve evrenselliği temel alarak siyaset üretmek isteyen herkesin partilerinden bağımsız bir araya gelerek gelecek vizyonunu oluşturacak, buna tüm insanların katılımını sağlayacak bir platformda mücadele hattı belirlemesi elzem. Kısır parti çekişmesinin de burjuva demokrasisinin de liderler kültünün de bugünün gerçekliği ile hiçbir bağı yok ve bu eksende yapılan her şey, konuşulan her konu ve tartışma, boşluktan başka bir anlam ifade etmiyor. Ve an itibariyle egemen kimlerse onların işine yarıyor. Bir sonraki yazım için kafamda AKP içi kavgalardan HDP’nin tutarsızlıklarına, Ayasofya – Hilafet korku komedisinden ekonominin kötü gidiyor olması aslında ne demek? sorusuna kadar birçok seçenek var. Hepsine zaman ayıracağım ama gün geçmiyor ki bu ülkede yeni bir saçmalık yaşanmasın. Saçma demişken Saçma yani Absürd tiyatronun önemli yazarı Samuel Beckett ile bitireyim o zaman benim gibilerin bu egemen anlayış karşısındaki psikolojik vaziyetini: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.”