Sebahattin Ali, 2 Nisan 1948 tarihinde Milli Emniyetin kurgulandığı sonradan öğrenilen bir tuzakla öldürüldü. 41 yaşında, dünya çapında üne kavuşmanın merdivenlerinde ilerleyen bir düşün, yazın insanıydı. Öykü, roman, şiir dallarında olağanüstü başarılı bir yazın ustasıydı. Bu ölüm tam olarak aydınlatılamadı.

Neydi Sebahattin Ali’nin suçu? Bu topraklarda doğmuş olmak mı? Olağanüstü yetenekleri olan bir insan olmak mı? İnsanları, tüm insanlığı kendi çıkarlarının ötesinde insana özgü değerlerle sevebilmek mi? Bunların hiçbiri suç değildi. Ölüme sürüklenmesine neden olacak bir suç hiç değildi.

İnsana, insanlığa, insan hak ve özgürlüklerine düşman olanların ölçütlerine göre suçlu görülmüştü. Gerçekte tüm insanlığın aydınlık yüzüydü.

41 yıllık yaşamına onlarca ürünü sığdırmış, bir 41 yıl daha yaşasa kim bilir ne ölümsüz, dünya çapında ün yapacak ürünler verecek olan bir yetenek.

41 yıl daha yaşasa, bu ülkenin yazını dünya çapında nerelerde olur, ülke sorunlarının düzelmesi için çabalayan bir yazarın açtığı ufuklarla, insanın yaşam biçimi nasıl renklenir, insanlaşırdı. Sebahattin Ali, halkını, ülkesini çok daha güzel yerlere taşımakta yeni ufuklar açardı.

Yaşadığı toprakların insanını, gerçeklerini gözlemlemiş olan ünlü yazar, olanak verilse, dünya insanını, dünya sistemini inceleme olanağı sunulsa, tüm insanlık için ufuk açıcı düşünceler üretirdi.

Çileli yaşamı

“Öğretmenlik yaptığı Aydın’da, komünistlik tanıtımı (propagandası) yaptığı yönünde bir ihbardan dolayı tutuklanır. Üç ay hapis yattıktan sonra ihbarın asılsız olduğu ortaya çıkınca serbest bırakılır. Hapiste kaldığı süre boyunca gözlemler yapmış ve eserlerinde işleyeceği kahramanları bulmaya çalışmıştır.

Hapisten çıktından sonra Konya’ya atanan Sabahattin Ali, anlaşmazlığa düştüğü bir gazetecinin “bir ortamda Atatürk’ü eleştiren bir şiir okuduğu” biçimindeki ihbarı üzerine yeniden tutuklanır. Aralık 1932’de başlayan hapisliğiyle birlikte Konya’da bir süre yattıktan sonra Sinop Cezaevi’ne nakledilir. Kaldığı koğuş, denize bakmaktadır ve Sabahattin Ali dalgaların cezaevi duvarına nasıl vurduğunu görmekteydi ve özgürlüğü çok istiyordu.”

Bu olaya bakınca, o günlerden bugünlerin bir farkının olmadığı, bugünlerin daha kötü olduğu, ileriye değil, geriye gitmekte olduğumuzu söylemek gerek.

Hiç eleştirilemeyen, dünyada eşleri, benzerleri olmayan liderler bizde, nasıl oluyorsa bunları yönettikleri ülke dünyanın en gerilerinde.

Öyle Günler Gördüm Ki şiirinde nasıl baskılar altında olduğunu dile getiriyor.

Öyle günler gördüm ki, tabanca şakağımda

Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı

Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda

Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı

Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,

Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Tabanca şakağında yaşamak, sönük bir yıldız gibi yeryüzünde dolanmak istemeyen Sebahattin Ali, insanlığa bir Kutup Yıldızı gibi ışık saçacak bir yetenek, yüreğinde bu duyguların sel olduğu bir değerimizdi

Sebahattin Ali, daha iyi yaşamak, üstlerinin buyruklarını yerine getirmek için bu toprakların ender yetişen değerlerinden birini aşağılık bir yöntemle yok edenlerden daha çok insanı, tüm insanlığı bu ülkeyi seven bir insandı. Bundan hiç kuşkumuz yok. Sebahattin Ali’nin öldürülmesi kararını verenler, bu kararı onaylayanlar, ölümünü gerçekleştirenlerden daha çok, “insan gibi insan” olduğundan kuşkumuz yok.

Adı her zaman anılacak

“Bir gün kadrim bilinirse,

İsmim ağza alınırsa,” dizeleriyle, değerinin bilinmesini özlemle dile getirmiş. Bize yüklediği bu yükün bilincine varanlar var. Hep değerini bilenler, adını ananlar var. Tüm altüst oluşlara karşın “insan olmaya, insan kalmaya” çabalayanlar var.

Yüreğinde insan sevgisi olanların O’nu unutması olanaksız. İnsanlık tarihine iz bırakan bir insan. İnsanlık yaşadıkça bu izler silinmeyecek.

“Aldırma gönül aldırma” diyor Sebahattin Ali. Sebahattin Ali gibi bir değerin yok edilişine aldırmamak elde mi?

Milli duygular

Ulusal duygular, vatan sevgisi, anlamı herkese, her çağa, her topluma, her zaman kesitine göre değişen göreceli bir kavram.

Vatan sevgisi sözle olan bir duygu değil. Sözle vatan sevilmez. Vatan denilen toprak parçası, üzerinde yaşayan insanların, insanca, insan hak ve özgürlüklerine yaraşır biçimde yaşamalarını sağlayarak gerçekleşebilir.

Sebahattin Ali, kendisini ölüme sürükleyenlerin tümünden daha çok vatanseverdi. Ortaya koyduğu ürünler bunu kanıtlamakta.

Kendi yönetimlerini sürdürmek, çıkarlarını sağlamak için Sebahattin Ali gibi evrensel bir değeri öldürtmek, öldürmek en büyük vatan hainliği olsa gerek.

Sebahattin Ali’yi, Milli duygularla öldürdüğünü ileri sürmüş, kısa sürede salıverilmiş katilin, toplumların çok az yetiştirdiği yetenekleri yok ederken “milli vicdanı” var mıydı?

Cavit Orhan Tütengil, Ümit Doğanay, Ümit Kaftancıoğlu, Hrant Dink, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Bedrettin Cömert, Bahriye Üçok, Doğan öz gibi yüzlerce aydın, bilim insanı, yazarı yok eden karanlık güçler, Sebahattin Ali de yok etmeyi başardılar. Üstelik hiç bedelini ödemeden tarihin sayfaları arasına gömdüler.

Halklarının mal ve can güvenliğini koruma görevinde bulunanlar, halklarının aydınlanmasına yardımcı olan yaşamları söndürmeye çabalarlarsa tuzun koktuğu yerde yaşamaktayız demektir.

Bu toplum, böylesine evrensel değerlerini yok etmiş insanlara, yönetimlere toz kondurmamaya çalıştığı sürece, her zaman içinden çıkan değerleri yitirmek zorunda kalacaktır

--------------------------------

  1. Genç, İbrahim, Sabahattin Ali ve "Düşman" Aydınlar, İstanbul - BİA Haber Merkezi, 02.04.2017