Yıl 2020. 2020’nin tam ortasındayız, Türkiye’deyiz. Türkiye’de 2002 yılında yapılan genel seçimlerde AK Parti adında bir parti %34,4 oy oranıyla 1. Parti oldu ve %10 barajı sayesinde tek başına iktidar olduğu o tarihten itibaren 18 yıldır da kesintisiz iktidarını sürdürdü. Şu anda mecliste tek başlarına çoğunlukları yok ama değiştirdikleri sistemde kifayetsiz bırakılan meclis değil liderleri Recep Tayyip Erdoğan’ın oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamı, iktidarı simgeliyor. Ve bugünlerde yapılan anketlerde AKP’nin oyunun düştüğü söyleniyor ve buna istinaden rakip (şu anki muhalefet) partileri, AKP ve Erdoğan için “Gidici” diyor. Anketlere göre AKP’nin oyu %35 ve yine en çok oy alan parti de onlar. Yani, düştü denilen, gidici denilen parti, hala 1. Sırada ve bahsedilen düşmüş oy oranı da bundan 18 yıl önce kazandıkları ilk seçimle aynı, son seçimde aldıklarından 7 puan aşağıda! Nedir bu? AKP ve Erdoğan yönetiminin değişmesini isteyenler yönünden bu denli sevince ve heyecana yol açan bu tuhaf verilerin nedeni nedir ve Erdoğan – AKP sonrası için Türkiye’yi ne bekliyor, neye hazırlanıyorsunuz?

Yazının girişinde belirttiğim gibi 18 yıldır tek başına ülkenin yönetiminde yer alan bir kişi ve onun partisinin “yıpranıp düşüşe geçmesinin” işaretlerine bakıldığında aynı partinin hala en çok oy alan parti konumunu değiştirmediği anketleri görüyoruz. Yani 18 yılda bir tane muhalefet partisi, AKP’nin önüne geçememiş. Bu 18 yılda Erdoğan yönetiminin her seçim öncesi – sırası – sonrası anti demokrasinin en nadide örneklerini vererek ne taklalar attığını, devletin kaynaklarını kendi propagandası için nasıl hoyratça kullanıp, muhalefette kim varsa hepsinin ümüğünü sıktığını biliyoruz. 7 Haziran 2015 – 1 Kasım 2015 arası ya da 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gibi karanlık süreçler yaşandığını da biliyoruz. Tamam. Ama tüm bunlar ve daha fazlası, siyasetçi için bu durumu açıklamaya yeter mi? Erdoğan ve onun koskoca bir tarihsellik barındıran baskıcı sağ zihniyetinde bir iktidar, muhalefete en geniş imkanları tanıyacak, bir dediğini iki etmeyecek mi zannediyordunuz? Tam da bugünlerde adeta bir aczi ifadesi gibi muhalefette yer alan partilerin lider ve sözcülerinden “ Hata yapacaklar, kendi kendilerini bitirecekler, destekleri düşüyor” şeklinde açıklamalar da var. İkinci sırada en çok oy alan parti olan CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 26 Haziran 2020 tarihinde şöyle konuştu: “Dünya ekonomisinde 17’nci sıradaydık, şimdi 19’uncu sıraya geriledik. Bu tablo ortadayken ve bu tablo doğrudan doğruya mutfağa yansımışken Erdoğan’ın gidici olması için özel bir çaba harcamaya gerek yok, çünkü kendi sonunu kendisi hazırlayan bir lider konumunda.” Siz bu veriler ve muhalefetin bu tutumunda Erdoğan’ın yerinde olsanız nasıl hissederdiniz, ne yapardınız? Önce bu gidiciler, neden gidemedi ona bakalım, sonra da gitme hikayesinin nasıl olması gerektiğine.

Gidemediler, Çünkü

2009 yılında da “AKP gidici” deniliyordu. Esasen, eski parlamenter sistemde yapılan 7 Haziran 2015’teki seçimlerde iktidardan düştüler de (Gidici denilen zamandan 6 yıl sonra). Ama o zaman Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu kapmıştı ve devamındaki 5 aylık karanlık süreçten sonra yapılan seçimlerle yeniden tek başına iktidarı devraldılar. Gidici ne demek? Halkın desteğinin olmaması demek yani seçimlerde çoğunluğu sağlayacak oyu alamaması demek. Bir de gelici lazım ama gidici için. O da gidenin yerine o çoğunluğu oluşturacak yeni bir yönetim taliplisi demek. Önce gidiciye bakalım. Türkiye “demokrasi” tarihinde pek çok hükümet, tek bir olaydan “gitti”. Menderes’i sokak hareketleri, baskı ve sonra da darbe götürdü, Erbakan’ı muhtıra, Ecevit’i ekonomik kriz, Çiller’i PKK ile savaş, Özal’ı PKK ile barış, 80 öncesindekileri, hem ekonomik kriz hem sokak ve sonunda darbe götürdü. Erdoğan döneminde sokak hareketleri (Cumhuriyet mitingleri, Tekel Direnişi, Gezi Direnişi, Adalet Yürüyüşü, Demokrasi Nöbeti, Hendek direnişleri), Muhtıra (27 Nisan e-muhtıra), Darbe ( 15 Temmuz darbe girişimi), PKK ile barış ( Çözüm süreci), PKK ile savaş ( Şu anki konsept), ekonomik kriz ( 2008-2012 ve şu anki süreç) fazla fazla yaşandı. Bunlara ilave Fethullahçılarla ortaklık ve devamında savaş, Hrant Dink cinayetinden Soma’ya, Reyhanlı’dan Roboski’ye birçok katliam, cemaat ve tarikatlarla ilişkiler, Suriye meselesinde yapılanlar, Rusya uçağının düşürülmesi, ABD askerinin TSK askerinin başına çuval geçirmesi, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ve devamında yaşananlara Tayyip Erdoğan’ın gafları, hakaretamiz konuşmaları, tutarsızlıklarını da ekleyelim. Her biri, sadece bu ülkenin kısa demokrasi tarihinde bile tek başına bir hükümeti götürecek bu olaylar, Erdoğan – AKP döneminde ikişer, üçer yaşanmışken hala anketlerde birinci parti görünüyor ve muhalefet de diyor ki “bunların oyu düştü, gidici.” Evet, elbette bir noktada en kötü ihtimal doğal akışında bu iktidar ve lider zaten değişecek de bugüne dair şikayetimiz ve sonrası için vizyonumuz nedir? Erdoğan iktidarının oyları düşsün de sonra bakarız diye bekleşmek nedir?

İktidar Değişimi İçin Ne Yapılmalı?

Yukarıda bir çırpıda saydığım Erdoğan – AKP dönemi olaylarının elbette her biri detaylı analize muhtaç ve elbette her vaka aynı karakter ile çıkış kaynağına sahip değil. Ancak tüm bunları, bu yazının konusu gidicilik olduğu için tek bir parantez içinde topladım. Şimdi gelelim gidicilerin gitmesini bekleyen “siyaset erbaplarına” Sayalım: CHP, HDP, İyi Parti, Saadet, DEVA, Gelecek, Sol Parti, EMEP, KP. Bu partiler dışında kalan; MHP, BBP, Vatan Partisi ve HÜDA-Par, doğrudan ve/veya dolaylı iktidar ortağı oldukları için onların keyfi yerinde. Yeniden ilk erbaplara dönecek olursak, bu listenin yaptıklarını iki ana başlıkta toplayabiliriz:

1- AKP’nin icraatlarını vaka bazında, bir bütünlükten yoksun kendi meşreplerince olumsuz eleştirmek

2- Erdoğan – AKP iktidarının oylarının düşmesi ile bir sonraki seçimde ortaya çıkacak aritmetik üzerinden kafa yorarak oy bazında birtakım hesaplara girmek.

Bu iki durum da “ülkenin yönetimi” açısından bir siyaset vizyonu sunmuyor. Bugünkü iktidarın artık tek derdinin iktidarda kalmak olması gerçeğinden hareketle neden tüm muhalefet de tek derdini, onu iktidardan düşürmek olarak merkeze alıyor? Yani yine oyunu Erdoğan belirlemiş olmuyor mu bu durumda? Siyasi partiler, bir düşünce ve ideoloji etrafında ülkenin yönetimine talip bir kadronun buluşması değil midir? Madem ülke yönetilemez duruma geldi, madem demokrasi ve kuvvetler ayrılığı askıya alındı, devlet kurumsallığı, yargı dahil tek adam ve onun etrafındaki dar bir kadronun emrine girerek adeta çökme tehlikesi yaşıyor ve mademki siyasi partiler hala önemini bir şekilde koruyor, o halde neyi bekliyorsunuz? Erdoğan ve AKP’nin daha çok hata yapıp anketlerde oyunun % 25 olarak gözükmesini mi?

2017 yılında yapılan sistem değişikliğiyle ittifakların oluşturulmasına imkan doğması, aslında muhalefet açısından bir nimet oldu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimler bazında bunu iyi kullandığını da nispeten söyleyebiliriz. Burada en iyi sonuçlar da geçen yılki yerel seçimlerde alındı. Ancak bugün o ittifakları, tam da bugünün ihtiyacı olan demokrasi, laiklik, kuvvetler ayrılığı ve sosyal adaletin temini adına bir fırsat olarak görme zamanıdır. İttifak, ayrı/ farklı olanların bir amaç adına bir araya gelmesi anlamını taşır. Öncelikle o amacın ne olduğunu belirlemek ve bunun için de en temel şikayetin tanımını yapmak gerekir. Amaç Erdoğan iktidarını değiştirmek değil yeni bir yönetim ile ülke vizyonunun tasavvur etmek olmalı. “Eski parlamenter sisteme geri dönüş” gibi hem gerici bir tınlama yaratan hem de karşılığının ne olduğunun belirtilmediği sözler, hiçbir işe yaramaz. Selahattin Demirtaş’ın hapishaneden yolladığı mesajı gibi netliklere ihtiyaç var: “Geçiş dönemi için bir demokrasi ittifakı”

Şunu açık açık söyleyelim, bugün AKP’den sonra en çok oy alan parti olan CHP’nin koordinasyonuna ihtiyaç var. Ve onlar da bu koordinasyonu, olabildiğince ürkerek, Erdoğan’ın yapacağı politik hamlelerden çekinerek devam ettirmeye çalışıyorlar. HDP ile diyaloğu; PKK’lı derler, Babacan ve Davutoğlu ile diyaloğu; kara çalarlar, onu dersem bunu derler, şuna karşı çıkarsam bucu derler gibi yaklaşımlarla siyaset üretilmez. Tam da bu yaklaşım yüzünden 7 Haziran sonrasındaki karanlık süreç yaşandı ve 1 Kasım 2015 seçimleri, Tayyip Erdoğan’ın eski sistemle girdiği son seçim oldu. Bu yaklaşım, o fırsatı verdi ve Erdoğan da o zamandan beri bir daha bu riski almamak için sürekli sistem ve konsept değiştirerek iktidarda kalmaya devam etti. Nasıl ki 7 Haziran 2015, aslında esamesi kalmış demokrasi için son fırsattı ve kullanılamadı, 2023 ya da ondan önce olursa yapılacak bu ilk seçimler de Türkiye’nin orta vade geleceği açısından sonun sonu fırsatı olacak. Çünkü o zaman konu Erdoğan, Bahçeli iktidarı değil devletin yapısı ve halkın yaşantısının biçimi olacak. Bu nedenle; demokrasi, laiklik, kuvvetler ayrılığı ve sosyal adalet yönünde bir ortaklaşma ile ülkenin gelecek vizyonunu belirleyecek açık bir programa ihtiyaç var.

Tayyip Erdoğan, Çözüm sürecini de herkesin gözünün önünde yürüttü, Fethullahçıların fink attığı Ergenekon davasına da herkesin gözünün önünde sahip çıktı. Dün ak derken de bugün aynısına kara derken de herkesin gözünün önündeydi. Sizler, eğer siyasetçiyseniz eğer ülkenin yönetimine talip olacak programlarınız varsa eğer hepiniz, bugünün öncelikli konusunun bu gerici tek adam ve oligarşi mantığının bitirilerek yeni, çağdaş, ilerici bir demokrasi temelini oluşturmak olduğunu düşünüyorsanız, o halde yapacağınız şey; herkesin gözü önünde bir araya gelip bugünkü sistemi de göz önüne alarak reel bir demokrasi mutabakatını oluşturmaktır. Kürt oyları, muhafazakar oylar, milliyetçi oylar vesaire gibi son derece gerici ve siyasetin doğasından uzak kavramlarla uğraşmak yerine tüm ülkeye ve hatta Türkiye’nin etkilediği/etkilendiği coğrafyaya bir vizyon sunmanız gerekir. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın hep söylediği gibi “Bir ütopya sunmanız gerekir.” Her parti, bunun taliplisi, taşıyıcısı olmalı. Ve devamında işte o programa, hedefe ve ilkelere bağlı olarak “Erken seçim” baskısını yapmalı, halka yeni yönetimin mesajını vermelisiniz. Korkunun ecele faydası yok ama Erdoğan’a faydası var.