Evet, AK Parti'nin son dönemde sürdürdüğü politikayı soldan ele alınca ortaya daha karmaşık bir yapı çıkıyor. Sol tarafından bir düzen partisi olarak ifade edilen bu parti, düzenin en önemli iki taşıyıcı unsuru ordu ve bürokrasiyle sınırlı da olsa bir zıtlaşma yaşadı. O odaklara dönük bazı adımlar attı. Şimdi karşımızda iki soru duruyor. Bu bağlamda onunla CHP dışı solun ya da şu veya bu çevrenin bir temas kurması mümkün müdür, mubah mıdır ve acaba, eğer bir düzen partisiyse, AK Parti'yi bundan sonra kim taşıyacaktır?
Evvela şunu söyleyeyim: içinde yaşadığımız toplum şartları klasik sol terimlerimiz, jargonumuz ve bilgimizle açıklanamayacak kadar karmaşıklaşmıştır. AK Parti olgusunu öncelikle böyle bir açıdan değerlendirmek gerekir. DP ve AP'ye çok benzeyen yanları var, ANAP'a çok benzer özellikler taşıyor ama onlardan daha radikal bir niteliğinin olduğu da açık. Bu özelliği kendisini en çok ordu-bürokrasi zıtlaşmasında gösteriyor. Çarşamba günü de belirttim, bunu radikal bir hamle olarak görmeyip, sistemin bir restorasyon çabası olarak nitelendirebiliriz, amenna fakat o durumda dahi, sosyalist sol, bu noktanın daha ileri taşınması için ne yapacak? Böyle bir hamlenin kendi ileri sonuçlarına ulaştırılması için AK Parti'yle hiçbir "temas" aramayacak mı? Gene tekrar edeyim, bir teslimiyetten, tavizden değil bir temastan söz ediyor; koalisyon ve ittifak terimlerini dahi kullanmıyorum. Bu anlayışın toptan reddedildiği bir ortamda klasik devrim kuramıyla devam etmek mümkün mü?
Gelelim ikinci soruya. AK Parti bundan sonra kiminle ittifak edecek?
Doğrusu bu sorunun yanıtını o partinin de çok iyi bildiğini sanmıyorum. Üç seçenek var. Bir, restore edilmiş ordu ve bürokrasiyle daha içeriden, daha derin, daha yoğun bir ilişki kurabilir. Olabilecek en kötü şey budur; hele Türkiye gibi şartlarının buna her yönden izin verdiği bir ülkede bu model her an hortlayabilir, öne çıkabilir, güç kazanabilir. İki, bundan sonrası çok popülist bir çizgide gelişebilir, gitgide daha muhafazakâr bir nitelik kazanabilir. Popülizm, yani "halkçılık" siyaseti, çoğunluk tiranlığının açık ve örtülü faşizmlerin en önemli dayanağıdır. Bu "endişeli modernlik" tanımını hayli aşan bir olgudur. Kendisine özgü dinamikleri vardır. Türkiye böyle bir zemine de her zaman kayacak imkânlara sahiptir. Üç, bundan sonrası daha demokratik bir genişleme gösterebilir. Mi?
Bunun koşulları var. Bu koşullar şimdi bazı çevrelerin söylediği gibi anayasa değişikliğiyle sınırlı tutulamaz. O, toplumsal dönüşümü, ne kadar alttan gelirse gelsin, gene de yukarıdan, haydi tabiriyle ifade edelim, üstyapısal olarak değiştirmek demektir. Asıl mesele "beklenen" anayasa değişikliğini hazırlayacak olan altyapısal dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu zor ve çelişkili bir meseledir. Çünkü AK Parti'nin kendisini dönüştürmesi ve farklı bir sınıfsal tercih içine girmesi demektir. Eğer bir sermaye partisiyse bunu yapamaz. Sermaye, liberalizmi ve demokrasiyi sadece belli bir noktaya kadar ister. AB standardı denilen hadise budur ve bu kadarıyla sınırlıdır.
Bana göre asıl problem burada başlıyor. AB standardını aşacak bir toplumsal/demokratik dönüşümü kim istiyor Türkiye'de ve bunu nasıl tarif ediyor? Bugün Kürt ve İslam meselesinin dışında Türkiye'de demokratik dönüşümü zorlayan hiçbir "reel" odak yok. İşçi-emek konusu bile tüketilmiş gibi duruyor. Her şey bir yana sendikası bile yok bu ülkenin. Öte yanda köylülüğü ve feodaliteyi aşmaya, büyük şehirde tutunmaya çalışan ve kendisine yoksulluğu "unutturulan" bir büyük kitle var.
Gelin görün ki, dönüşüm buradan başlayacak. AK Parti'yi demokratik bir çizgide tutacak olan bu kesimdir, bu kitledir. Sadece aydınlar değildir, köşe yazarları değildir. O zaman sola düşen bu kitleyi tanımak, tanımlamak, onun üstünde müessir olmak ve onun sosyal ve ekonomik demokratikleşme için AK Parti'ye yön vermesini sağlamaktır. Bu bir temastır. Sıcak temastır ve herkes için hayatidir.