Aleviler ilk defa bir kurultayda buluştu. Başkent'te toplanan bazı Alevi sivil toplum örgütleri hükümetin Alevi politikalarını eleştirmek üzere söz aldılar.

Yeni önerilerde bulundular. 'Alevi asimilasyonuna hayır' bunlardan en önemlisiydi. Bu ifade ile Alevi değerlerini, kültürünü bozmaya dönük her türlü girişimi, eğilimi reddettiklerini söylüyorlar. Bu türden sahiplenici bir niyetin, iradenin mevcut olduğunu bilmek, her Alevi'yi memnun eder. Kurumları oluşmamış, yasal güvenceden yoksun Alevilerin dışlanmakla kalmayıp, istismara maruz kalmaları ciddi bir sorun çünkü.

Ben açıkçası başından itibaren, CEM Vakfı gibi tüm iktidarlara yakın duran Alevilerin temsilinin tek başına yeterli olmadığını, başka duyarlıkları taşıyan Alevi grupların da muhatap alınması gerektiğini savunuyorum. Çünkü Türkiye'de bir çeşit Alevilik yok. Alevilikler var.

Hükümet, Alevileri muhatap alırken bu farklılıkları göz ardı edip, kendi meşrebince tercih yaptığından arzu ettiği hızda yol alamadı. Alevi çalıştayı fikrinin işlemeyişinin en temel sebebi buydu. Kabul edelim ki Alevilere bakışta kuşatıcı bir zihniyet ve algı ile hareket edilmiyor. Zaten gönülsüz olan Alevi gruplarının kazanılması için özel bir gayret sarf edilmiyor.

Bu bakımdan, Alevi çalıştayı koordinatörü Prof. Necdet Subaşı'nın, kurultaya davet edilmesini ben şöyle yorumladım: Herhalde çalıştayın dışına düşen Alevi gruplar hükümete, Prof. Subaşı üzerinden, 'Alevi açılımı böyle olur' mesajı vermek istiyorlar!

Kurultay, adı üstünde bir siyasi toplantı havasında geçmiş. Aleviliğin siyasete bu kadar yaklaşmasından rahatsız olanların ibretle izlemesi gereken bir tablo bu. Alevilerin kendi arzu ettikleri biçimde kurumlaşmalarına müsaade etmezseniz, karşınızda giderek daha da siyasileşen, marjinalleşen bir kitle bulursunuz. Ankara'daki kurultayın anlattığı özetle budur.

Tabii Alevi gruplarının örgütlü ve aktif olmalarını onaylasam da, şuna şaşırmadan edemiyorum: Alevi değerlerini bu kadar önemsediğini söyleyen, kültürel erozyonu önlemek için 'asimilasyona hayır' maddesini önerenler, neden bir tür asimilasyon sayılabilecek önerilerle geliyorlar? 'İncinsen de, incitme dönemi artık kapanmıştır' ifadesi mesela! Aleviliğin temel prensiplerinden olan, Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'nin bu güzelim cümlesi nasıl oluyor da birilerinin dilinde bir talimat cümlesine dönüşebiliyor?

'İncinsen de incitme' kuralının hangi tarihsel deneyimlerden süzüldüğünü unutanlara Kerbela yasının hüznünü hatırlatmak gerekiyor belki de.

Tarihte kefaret ödemiş toplumların karakteristik özelliği olan hoşgörünün, meşreplerinden dışlanmasına herhalde en önce Aleviler müsaade etmeyecektir. İktidarın verdiği gücü, mazlumluğun verdiği derinliğe Alevilerin tercih ettiği nerede görülmüş? Kültür dediğimiz kodlar kuşaktan kuşağa aktarılırken en temel olan üzerinden devredilir. Her ne kadar Sünni çevrelerin çoğunda 'statükonun bekçileri' olduğu suçlamasıyla itham edilseler de Aleviler bu ülkenin, şiddete bulaşmamış mazlum bir topluluğu olarak var olmaya devam ediyorlar.

Türkiye siyasetinin canlı siyasal dinamiklerinden olan Aleviler, zaman zaman kültürleriyle uyuşmayan sert söylemlere yöneliyorlarsa bu onların kendilerini ifade edecekleri bir alan bulamayışlarındandır. Sistemin bu kadar dışında tutuldukları halde, demokratik kültüre katkıda bulunuyorlarsa, sisteme dahil edilseler kim bilir ne önemli bir demokrasi dinamiği haline gelirler.

Asimilasyon hassasiyetini öne çıkardıkları için tebrik edilmesi gereken kurultay temsilcilerinin de şu hassasiyeti dikkate almaları gerekiyor: Alevilik, siyasetin alanında değerleri har vurulup harman savrulacak bir hazine değil. 'İncinsen de incitme' motifi gibi Alevi kültürünün kaidesi sayılabilecek bir değeri, bir çeşit tehdit ve talimat konusu yapmak her şeyden önce Alevi meşrebine uymuyor.

'İncinsen de incitme' motifi bir sivil toplum talimatı olarak başlamadığına göre, herhalde sivil toplumun talimatıyla bir kenara bırakılmayacak.