Oğlum beş yaşına falan gelmişti, bir gün utana sıkıla, ağzından çıkanların bunaltıcılığından tedirgin, dedem diyor ki önce onları sevecekmişim sonra babamı. Ben oğlumun bu tedirginliğinden çok rahatsız olmuş, öfkeden çıldırmıştım, onu huzursuz eden düşüncelere saldıkları için.

Benim evimde duymama aldırmadan kocamın babası oğlumu bir kenara çekip yine beni delirten bu sözleri tekrarladığında, oğlumu evden göndermiş, kayınpederimi evimizin başköşesine davet etmiştim. Çerkes aleminin büyüğü olarak geç bakalım baş köşeye demiştim, sana söyleyeceklerim var.

Büyüklerinin ayıbını bu kadar erken fark ettirmelerine sebep olan sözü, hiç unutmadım. Bir kitap projesine dahil olduğumda yazdığım öyküye bu cümleyi olduğu gibi dahil ettim.

Hikayemi Semih Gümüş’ün atölyesinde okuduğumda, “yalnız” demişti “bu sözü kaldırmalısın”, çünkü kimse böyle bir şey söylemez.

KOCANIZ GELSİN

8 Mart Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların sokakta olmasını engellemek isteyen polis, onlara plastik kurşun atıp, evinize gidin, kocanız gelsin demiş şiddet uygularken, bağırmayın gidin evinizde uyuyun demiş.

Pazardı ya uykusuz polisler, kadınsınız uyumak varken burada işiniz ne demek istediler belki de.

Sabah kocamın hazırladığı kahvaltı sofrasında otururken, ailesinin gelinlere olan davranışlarını düşündüm, sonra da sokaktaki kadına şiddet uygulayan polisleri.

Kocam iki gündür beni kitap yazma konusunda ikna etmeye çalışıyor. Hatalarımı söylüyor bana, tembelliğimden dem vuruyor. Biz ailelerimizin bizi eğitme şeklini kıran, hayatımızı ilişkilerimizi örneklerimizin tersine hayatımıza uygulayan insanlarız.

Anne babalarının karakterlerini kader yapmayı ret eden insanlarız.

Kapalı kültürlerde aileye gelen kadınlar, sanki onlara Hz İbrahim’in koçu gibi kurban olarak gökyüzünden sahipsiz, tekil inmiş gibi davranırlar. Sanki gözlerini kocasının evinde açmış bu da bir lütufmuş gibi hanelerine gelen gelinin ruhunu yeniden yoğurmak isterler. Geçmişi yokmuş gibi davranıp kendi kapalı dünyalarındaki zihinlerine uysun isterler.

Gelinler de bu çekişmenin içinde arada kalmış kocaların silikliğinde, çocuk yetiştirmeye çalışır.

Böyle kapalı kültürlerde boyun eğdiremedikleri gelini dışlar aileler. Evine gitmez, aralarına katmazlar. Bu yüzden boşanan kocalar vardır.

Ruhları sakatlanan gelinlerin çocukları bir yanları eksik, baskın olan gücün etkisine girip varlıklarını devam ettirmeye çalışır.

Bu sakat bir ruh halidir çünkü tüm sonradan gelenler, içinden çıktıkları aileyi kendi hayatlarını kurana kadar kutsarlar. Orada bir hayal kırıklığı yaşadıklarında ruhları yaralanır. Algıları bozulur. İçinden çıktıkları topluma saygı duymayan çocuklar hırçın olurlar. Sevilmediklerini ya da yetersiz olduklarını düşündükleri aileden uzaklaşarak, varlıklarını onaylatacakları alanlar ararlar.

Bu yaralı sakat ruhların hayatta duruşları hep eğri olur, algıları düzgün çalışmaz.

Düşüncelerimi yazıya dökmekte yetersiz hissediyorum bazen kendimi, bu yüzden bir kitap yazmaya soyunmuyorum. İşte o anlardan birini yaşıyorum şu an.

Kahvaltıda emin olduğum duyguyu, keşfi, kelimelere dökemiyorum.

Kendi kelimem yok, o yüzden beylik sözlere sığınıyorum.

Hangi toprakta yetiştiysek o toprağın hakkını veriyoruz. Eğitim şart demek yerine başka bir klasik söze sığınıyorum ve diyorum ki kendimizi tanıyıp sakat yanlarımızı iyileştirmenin yolunda olmalıyız.

Kendi kızlarımızı kutsal, başkalarının kızlarını yoksun, kurbanlık koyunlar gibi görüp onların çocuklarını şaşkın eksik yetiştirmelerinin müsebbibi olmamak için bazen ailemizde öğrenmediğimiz saygıyı, kendimize saygıyı kendimiz kazanmalıyız.

Güzel günlerde görüşelim.