Kolay değil, tam on beş yıl cezaevi duvarlarının ardında, güneşe, temiz havaya hasret yaşamak.

Malatya cezaevinde Adana’dan gelenleri kendi koğuşuna aldırdığında tanımıştım Ziya Yılmaz’ı. 12 Mart döneminin efsanevi önderlerinden olduğunu, Niğde cezaevinde yarattığı saygınlığı, onurlu ve mücadeleci kişiliğini hep duyduğumuz Ziya Yılmaz’ı doğrusu zayıf, kısa boylu, cılız biri olarak gördüğümde şaşırmıştım.

Daha sonraları onu yakından tanıdıkça, o zayıf bedenin içinde ne güçlü bir kişilik olduğunu görmüş, saygım ve sevgim daha çok artmıştı.

Her ne kadar kimi sol grupları rahatsız da etse; gittiği her cezaevinde, kararlı duruşu, insani yaklaşımı ve sağlıklı diyaloglarıyla gerek cezaevi yönetimi, gerek personel ve özellikle de her görüşten mahkumlar üzerinde inanılmaz bir saygınlığı vardı.

Koğuşumuzda onun özel bir kitaplığı vardı ve ona saygıdan, aramalarda her yeri hallaç pamuğu gibi atan gardiyanlar, onun kitaplığına dokunmazlardı.

O günlerde de sağlığı çok iyi değildi ama tüm ısrarlarımıza rağmen kendisi için özel hiçbir gıdayı kabul ettiremezdik. Oysa komünde en çok para da ona gelirdi ve midesi için mutlaka içmesi gereken sütü içmeye bile zorla ikna ederdik.

Cezaevi koşullarında bile vazgeçmediği bu paylaşımcı, dayanışmacı özelliğini cezaevi sonrası yaşamında da sürdürdüğüne, tanıyan herkes tanık olmuştur.

Aynı gün tahliye olduğumuz Malatya cezaevini bizlere çekilir hale getiren de Ziya abinin yine o sakin, sevecen, kararlı ve direngen tavırları olmuştur.

İstanbul’da yaşadığı süre içerisinde her fırsatta görüşmeye devam etmiştik. Set üstündeki evinde kedilerinin gece boyunca bana çektirdiği eziyet dışında onunla bir arada olmak hep huzur vermiştir bana.

İnsanı rahatlatan, güven veren tavırları ve sert bakışlarının altında sevgi dolu, sıcacık yüreğiyle her dostun sığınacağı bir limandı. Bilge kişiliği, geniş hoşgörüsü ve yeri geldiğinde acımasız eleştirileriyle bir akil adamdı Ziya Yılmaz.

Yayıncılık, dergi işleri neyse ya bir dönem belki de zorunluluktan girdiği zeka küpü, kuyumculuk ve restaurant işletmeciliği denemeleri aslında hayli yormuştu onu. Ankara’da yaşadığı Belediyecilik deneyimi de onu mutsuz etmekten başka bir işe yaramamıştı.

En son denediği marketçilikse onun hiç yapamayacağı bir işti. Ama koşullar bazen hepimize öyle oyunlar oynuyor ki, ancak oyun bittikten sonra farkına varabiliyoruz.

Israrlı çağrı ve davetlerimiz sonrası Adana’ ya gelmişti bir kez ama kendisi de çok istemesine rağmen onu Bodrum’da ağırlayabilmek mümkün olmadı.

Acelen neydi be Ziya Abi, gittiğin yerde ne var sanki!

Toplanacaktık Bodrum’daki dostlar bir akşam, yarımadanın bir güzel köşesinde, dolduracaktık kadehlerimize yaş üzüm rakısını, “şerefe” diyerek denizin mavilikleri üzerinden batıracaktık güneşi, gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbetin belini kıracaktık.

Hani İstanbul boğazda bir balık lokantasından dönüşte, adını bile bilmediğimiz bir barda içilen son kadehin ardından birlikte bar işletme kararı almış, sonra daha Kireçburnu’nda sahilde çay içerken vazgeçmiş,”bu iş bize göre değil” demiştik.

Sen yüreğine o kadar çok sevgiyi, dostluğu sığdırabilmişken, biz sana şu fani dünyada sahip çıkamadık ya, yuh olsun bize!

Seni çok özleyeceğiz Ziya Abi, toprağın bol olsun, ışıklar içinde yat.