Boyundan büyük, bu yük kime? Gün yeni doğmuş, cılız beden zinde. Yüklemiş, taşıyor. Ailesi için, kendisi için, mecbur olduğu için. Dhulikhel’den Nagarkot’a doğru yola çıkmış tırmanırken ve sisle kaplı düzlükleri seyrederken, sen de bizi izliyordun.

Söyle, bu yüklü bakışlar kime? Üstün başın dökülüyor ama kafan karışık görünmüyor.

Söyle küçük kız, bu kabulleniş niye? Nasıl kapatabildin kafanda dönüp duran kaseti? Senin dinginliğini var eden ne? Üzerindeki “Not Fun” yazısı mı kazındı içine, yüreğine?

Katlanmadan ve kaçmadan, kal olduğun yerde, der gibisin. Gözlerin deliyor iliklerimizi, yırtıyor zihnimizi çıkmayan sesin. Bu kadar pervasız, pejmürde ve berhava oluşun bir vaveyla koparıverir günümüzde, gecemizde. Anın sevinci olmasa, ne kalır elimizde.

O kara gözler, düz ve sağlam saçlar ve o buğday ten, toprak kokan elbiseler. Yalçın dağların kızı, engin düzlüklerin evladısın. Çetin bir yaşantın var, belli. Kılı kırk yarıyor onurlu yoksulluğun.

Şahane talihsizliklerle yan yana giden umulmadık başarılar yakanı bırakmayacak. Sen şaşıracaksın yine, hiç hesaplamadan, terk edildiğinde bile tekrar etmeden...

Ama sonra, hayat boyunu aşan dalgalarla karşına çıkacak. Bile bile yürüyeceksin. Yaslanacak bir duvar, sığınacak bir liman arayacaksın. Ve vazgeçemediklerin, vazgeçtiğinde kâbusun olacak, geçmediğinde mezarın...

Hele bir yükünü bırak...