Artık bu ülkeyi ve insanlarını tanıyamıyor, gazete haberlerinden dehşete düşüyor ve sık sık “Bize ne oldu?” sorusunu soruyorsanız aynı duyguda birleşiyoruz demektir.

Tanımadığımız, bize tamamen yabancı bir ülkede yaşamakta olduğumuz duygusundan söz ediyorum.

Eminim ki siz de kontrolü kaybolmuş biçimde giderek hızlanan bu dehşet treninden ürküyorsunuz. İşin kötüsü makinistler ve yolcular da size yabancı.

***


Genç bedenlerin, insanı isyan ettirecek biçimde ardı ardına toprağa düştüğü ülkede, bir şehidin cenaze töreninde hükümeti eleştiren bir hanımefendi, şehit aileleri tarafından linç edilmeye çalışılıyor.

Yani bu aileler kadıncağıza “Sen ne karışıyorsun, biz her gün çocuklarımızın paramparça edilmesinden şikâyetçi değiliz. Çocuklarımız ölsün, yeter ki sevgili hükümetimiz aleyhinde hiçbir eleştirel söz edilmesin” demek mi istiyorlar?

Bu tavrı aklım almıyor. Eminim ki çocukları böyle düşünmezdi.

***


Gaziantep’te Yılmaz ile Osman adlı iki genç motosikletle gezerken, yanlarından motorla geçen Ömer’i bıçaklayarak öldürmüşler.

Sebep ne biliyor musunuz: Ömer’in, yanlarından geçerken motora “ara gazı” vermesi.

Acaba Yılmaz ve Osman’ı hangi ülke, hangi koşullarda yetiştirdi?

İşte size “pırıl pırıl milliyetçi, mukaddesatçı gençlerimiz” klişesinden bir örnek daha.

***


Bu ülke bileşik kaplar gibi her alanda çöküyor.

Yukarıda anlattıklarımla ilgisiz gibi görünen ama son derece ilgili olan bir olay anlatayım:

Dün Beşiktaş’ta dört eczaneye girdim. Sipariş edilen bir ilacı arıyordum.

Üçünde eczacı yoktu, hiçbir şeyden anlamayan gençler duruyordu tezgâhın arkasında.

“Nitro lingual var mı?“ dedim.

Sanki dinozor kuyruğu istemişim gibi aval aval yüzüme baktılar.

“Nitrogliserin ihtiva ediyor” dedim. “O yoksa benzeri var mı?”

Yine aynı manalı (!) bakışlarla karşılaştım.

“Bakın” dedim. “Hani kalp için dil altına konan bir ilaç vardı. Acil durumlarda gerekli olan nitrogliserin.”

Üçü de ayrı ayrı “Haa, kalp ilacı istiyorsanız verelim” dediler. Batı ülkelerinde reçetesiz satılamayan binbir kalp-damar-tansiyon ilacını önüme koydular.

“Yapmayın” dedim. “Bu ilaçlar böyle ulu orta verilmez. Ne demek kalp ilacı? Böyle bir ilaç mı var?”

Ne dediğimi anlamadılar bile, uyuşmuş gibilerdi.

Eczacılıktan hiç anlamayan o çocukların, bir gün yanlış ilaç vererek kolaylıkla birisini öldürebileceklerini düşündüm.

Sonra o zavallı insanın ailesi mezarlıkta gözyaşı dökecek ve “Vadesi bu kadarmış. Her şey Allah’tan” diyecek elbette.

***


Unutulmayacak bir olay da Sırrı Sakık “evlat acısı” denilen o büyük azabı çekerken (sabırlar diliyorum), gazetelerimizin bu haberin altına yorum yapılmasını yasaklamak zorunda kalması.

Halk, bir iç savaşın provasını yapar gibi kendini, İspanya İç Savaşı’nın sloganı olan “Viva la muerte!” (Yaşasın ölüm) öfkesine kaptırmış durumda.

***


İşte Türkiye öyle bir ülke oldu.

İstanbul’da caddeleri, kaldırımları, alışveriş merkezlerini dolduran gençliğe bakıyorum. Özellikle oğlanların bir kısmı, gözlerinden şiddet-aptallık ve uyuşmuşluk akan bir tavırla yürüyor.

Ünlü hukukçular Lombroso ve Ferri’nin “doğuştan suçlu” ilan ettiği tipolojiye sahipler ve fırsatını bulduklarında en büyük gaddarlıkları yapacaklarından hiç kuşkum yok.

Umarım geç gelir ama İstanbul depreminde yeni Türkiye’nin nasıl bir yağma ahlakına sahip olduğunu hep birlikte göreceğiz.