Türkiye’de Yargı tarihi boyunca sol muhaliflere ve Kürt muhaliflere karşı hep Engizisyon Mahkemesi işlevini gördü. Söz konusu sözde yargı pratiğinde objektiflik, tarafsızlık, eşitlik ilkeleri hep rafa kaldırıldı. Bugünde yargı pratiği hukukun evrensel ilkelerinden uzaklaşmak açısından son 40 yılın en geri, özgürlükler açısından en tehlikeli sürecinde. 12 Eylül askeri darbe döneminde de muhaliflere karşı 'Düşmanla Savaş Hukuku' uygulandı. Lakin bu devletin klasik düşmanla savaş, hukukuydu. Şimdi ise kapsam alanı çok genişlemiş AKP'nin düşmanla savaş hukuku söz konusu. AKP karşıtı olan herkesin suçlu ve düşman görüldüğü bir anlayış ve pratik. 12 Eylül döneminde askeri mahkemeler örgüt üyeliğinden ceza vermek için sahte kimlik, eli ürünü örgütsel döküman, illegal yayın gibi kriterler ararlardı. Şimdiki yargı pratiğinde herhangi bir kritere gerek yok. Muhalifseniz ceza almanız için yeterli. 12 Eylül sonrası DGM yargı pratiği, 12 Eylül döneminin yargı pratiğinden daha da katı ve geriydi. Cemaatçi savcı ve yargıçların egemen olduğu Özel Yetkili Mahkemeler döneminde ise hukukun temel ilkelerinden uzaklaşmanın boyutu DGM'ler dönemini de aştı, geride bıraktı. Son 5 yılın yargı pratiği ise son 40 yılın en hukuksuz dönemi oldu. Kamuoyunu tatmin etmek veya yürütmeyi memnun etmek için delilsiz, dayanaksız kararlar veriliyor. Bazı davalarda sorgular tamamlanmadan esas hakkında mütalaalar veriliyor, son savunmalar için gerekli süreler verilmeden kararlar veriliyor. Geri alınmış 'itirafcı' beyanlarına dayanarak mahkumiyetler veriliyor.

Bir süredir ise yargıda ayrımcılık zirveye çıkmış durumda. 17 Temmuz 2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi hükümlü Abdullah Altun’un başvurusunda Askeri yargıç dönemindeki DGM’lerin tarafsız ve bağımsız olmadığını, dolayısıyla o dönemde verilen kararların dürüst yargılanma hakkına aykırı olduğunu, söz konusu dönemde verilen karar ile ilgili yeniden yargılama olması gerektiğini karar haline getirdi. Abdullah Altun hakkında yeniden yargılama başladı. Ama infaz ancak bir sene sonra durduruldu. Lakin bu arada yüzlerce Hizbullah hükümlüsü, değişik kökten dinci eylemci hükümlüler infaz durdurularak ağır ceza mahkemelerinden tahliye edildiler. Üstelik tahliye edilen Hizbullahçıların büyük çoğunluğu askeri yargıç dönemindeki DGM’lerde değil, daha sonraki özel yetkili mahkemelerde hüküm almışlardı. Şu anda askeri yargıç dönemindeki DGM’lerden müebbet ceza alıp da cezaevinde bulunan yüzlerce Kürt ve sol muhalif hükümlü var. Ne var ki mahkemeler aynı Anayasa Mahkemesi kararı ışığında sol ve Kürt muhalif hükümlülerin infazlarını durdurma yönünde kalemlerini kıpırdatmıyorlar. Bildiğimiz kadarıyla sadece 6-7 aynı konumdaki muhalif için infaz durdurma kararı verildi. Aslında yıllarca öncede DGM dönemindeki kararlarla ilgili AİHM tarafından söz konusu mahkemelerin tarafsız ve bağımsız olmadığı, verilen kararların İHAS’nin dürüst yargılanma hakkını teminat altına alan 6. maddesine aykırı olduğu, yeniden yargılama yapılması gerektiği yönünde sayısız kararlar verildi. Genel olarak Türk yargısı AİHM kararlarına uymadı. Uyduğu çok az davalarda da şeklen yargılama yaptı. Eski hükümleri tekrarladı. Bugün de korkunç bir ayrımcılık yapılıyor. Son Anayasa Mahkemesi kararı Kürt ve sol muhaliflere uygulanmıyor. Bu konuda iktidara dalkavukluk eden Barolar Birliği başkanı ve yönetimi sessiz. Metropol Baro yönetimleri sessiz. Muhalif siyasi partilerden bile ses çıkmıyor. Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesi, ayrımcılık yasağını düzenleyen AİHS’nin 14. maddesi, dürüst yargılanma hakkını düzenleyen Anayasanın 36. maddesi, AİHS’in 6. maddesi yargı tarafından ihlal edilerek hukuk cinayeti işleniyor.

Aslında sadece DGM dönemi verilen kararlarlar açısından değil, şu anda sahte deliller üretmekten, cemaatçi çete mensubu olmaktan haklarında hükümler ve davalar bulunan savcı ve yargıçlardan oluşan özel yetkili mahkemelerce verilen kararlar açısından da yeniden dürüst yargılanma hakkına uygun yargılamalar yapılması gerekir. Veya işkence ve insanlığa karşı suçlar hariç ayrımsız bir genel af çıkartılması gerekir. Vurguladığımız yargıdaki bu ayrımcılıkla ilgili başta barolar olmak üzere, insan hakları ve tüm hukuk kurumları, muhalif siyasi kurumlar bir şeyler yapmalı, bu haksızlığa, hukuksuzluğa karşı diri sesler çıkarmalıdır.