ABD Savunma Bakanlığı, İran Devrim Muhafızlarının sınır ötesi özel harekât birliği Kudüs Gücü’nün komutanı ve İran’ın Kara Şövalyesini olarak tanınan Tümgeneral Kasım Süleymani’yi 3 Ocak 2020’nin ilk saatlerinde Bağdat havalimanı yakınlarında öldürdüklerini duyurdu. Aynı zamanda, Süleymani ile aynı araçta bulunan İran yanlısı Irak milis grubu Haşdi Şaabi’nin lideri Ebu Mehdi el-Mühendis’in de öldürüldüğü bildirildi.

İran’ın meşhur ve malum Kudüs Gücü İran dışı ülkelerde özellikle ve genellikle Şii olmayan Müslümanları öldürmek için kurulmuştu, bu bakımdan ABD için herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Fakat Süleymani’nin kontrolündeki Haşdi Şabi’nin 27 Aralık’ta bir ABD üssüne saldırması ve bu saldırıda bir Amerikalı öldürülmesi ve hemen akabinde, ertesi gün ABD’nin Hizbullah’ın karargâhını hedef alarak 25 kişiyi katletmesi karşılığında bundan üç gün sonra, 31 Aralık’ta Haşdi Şabi’nin ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ni basarak ateşe vermesi bölgedeki dengeleri birdenbire kökten değiştiriverdi. Aslında bundan da önce ABD Dışişleri Bakanlığı 8 Nisan 2019’da İran Devrim Muhafızları ve Kudüs Güçleri’ni ‘yabancı terörist örgüt’ olarak tanımlamış ve böylece Kudüs Güçleri’nin komutanı olan ve ABD gibi, IŞİD ve El Kaide’nin de kara listesinde bulunan Kasım Süleymani’nin ortadan kaldırılması da yasallaşmıştı. Trump 40 yıl önce 444 gün boyunca rehin tutulan 52 Amerikalıya atıfta bulunarak 52 İran hedefinin vurulacağından bahsederken esasen askeriden öte siyasi bir mesaj vermiş oluyor. Çünkü 2020 ABD’de başkanlık seçimi yılı ve kuşkusuz Trump’ın yeni bir savaşa veya en azından kuvvetli bir savaş ihtimaline ihtiyacı var.

Avusturya Macaristan Veliahdının, yine ülke dışında, Saraybosna’da, bir Sırp militan tarafından öldürülmesi ile bir dünya savaşı başlamıştı. Ne olduysa oldu, Avrupa ülkeleri birbirine girdi ve o sıradan sayılabilecek olan suikast dünyanın sonunu getirdi, imparatorlukları yıktı. ‘Mehdi’ inancına sahip bir ülkenin yöneticileri ile bir başka ülkenin ‘Mesih’ inançlı yöneticilerinin çekişmesi ve çatışması bizi bu günlere dek getirdi.

Cumhurbaşkanı’nın “Akdeniz’de Barbaros gibi destan yazacağız” ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın ise "Sonunu çok aşırı düşünen kahraman olamaz!” şeklindeki sözleri Türkiye’nin dışı politikasının şu an itibariyle gelmiş olduğu noktaya işaret ediyor.

MetroPOLL araştırmasına göre Türkiye’nin AB üyesi olmasını isteyenlerin oranı yüzde 60’a çıkmış. Bunun mümkün olacağına inananların oranı yüzde 23’te kalıyor. Oysa bir zamanlar, dönemin Başbakanı Erdoğan 2011 Hükümet Programında AB sürecini “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra en büyük modernleşme hamlesi olan Avrupa Birliğine katılım sürecidir” şeklinde tanımlıyordu. Akabinde ise bir Neo-Osmanlıcılık sevdasına kapılıverdi muhterem.

Daha geçen gün Erdoğan’a aşkını ilan eden Ethem Sancak ile birlikte türküler söyleyen Doğu Perinçek 27 Nisan 2011 tarihinde (bizzat Erdoğan tarafından 36 kez kendisi aleyhinde şikâyette bunulması neticesinde) Silivri 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde yargılanırken, mahkemeye verdiği savunmada şu ifadelere yer veriyordu; “Kendisi ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanı olduğunu dile getirmiştir. Şikâyetçinin ABD tarafından göreve getirilmiş olduğuna dair sadece benim iddiam yoktur. En yakın danışmanlarından olan Cüneyt Zapsu “o adamdan faydalanın, sifonu çekerek o adamı deliğe göndermeyin” demek suretiyle şikâyetçinin istenildiği anda görevden alınabileceğini ifade etmiştir. 1996 yılında CIA’nın strateji kuruluşu olan Rand Corporation şu an başbakan olan şikâyetçinin ve şu an Cumhurbaşkanı olan kişinin Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yapacağını bildirmiştir. Bu tarihten 6 yıl sonra da bu kişiler bu görevlere getirilmiştir (Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’dan söz ediyor)” Fakat daha sonra yine Doğu Perinçek Aydınlık Gazetesinde şunu söyler; “BOP eş başkanlığı devam etmiyor, etse Rusya’dan S400’ler alınmazdı. 2014 baharından bu yana yaşananlar BOP eş başkanlığının tarihte kaldığını kanıtlıyor. Her dönemin içinde eski dönemin kalıntıları bir süre devam eder, o başka. BOP eş başkanlığı devam ediyor diyenler, çoğunlukla Atlantik muhipleri veya teslimiyetçilerdir. Bunlar Türkiye’nin Atlantik’ten koptuğunu görmüyorlar, göremiyorlar. Atlantikçiler ABD’nin yenilmezliğine inanmışlardır. Bunlar zamanımızın mandacılarıdır.”

Evet, Erdoğan yalnız değil. Daha düne kadar ağır suçlamalar ve eleştiriler yönelten Bahçeli ve Perinçek ile beraber aynı yolda yürütmektedir... Peki, Türkiye’nin şu an “Pirus Zaferi” tadında ‘peyderpey’ yapılan Libya çıkartması maceralarına veya koca bir devletin bütçesini bile aşan Kanal İstanbul gibi mega ucube yatırım projelerine ihtiyacı var mı? Yoksa bütün bunların hepsi de yine, Trump’ın yaptığı gibi, iç siyaset hamleleri ve erken seçim yatırımları mı? Saray’ın (veya Külliye’nin) “Hande-Demet kavgasını tatlıya bağlamanın” ötesinde sorumlulukları bulunmuyor mu?