Kışın en uzun gecelerine yaklaşıyoruz. Uzun karanlıklar hayatımızı zaten her konuda kuşatmış durumda.

Bu da geçer diyoruz ama söz konusu olan keşke sadece mevsimsel bir kararma olsa! Türkiye son 100 yılın en kötü döneminden geçiyor. Bunu toplumsal sorunlar açısından söylüyorum. Bir de ilk senesini dolduran pandemi felaketini de ekleyin üstüne. Yoğun bakıma alınması gereken bir hastadan farkımız yok aslında. Ama daha korkutucusu hastanın durumdan ne kadar haberdar olduğu ile ilgili.

Bir de yatış yerine evinize gidin, her şey yakında düzelecek diyen bir anlayış var. İşte dün akşam heyecanlı bekleyişten sonra duyduklarımız buna benzer bir şey.

Herkes tam kapanma beklerken sadece hafta sonu iki günlük bir kapanma olacak ki o da hala açık kalmasında ısrar edilen AVM'lere dokunmadan uygulanacak. Bir de Cuma namazlarına elbette. Cenaze namazına getirilen sınırlamalar camilerde yapılacak ibadetler için söz konusu değil.

Bu arada vaka sayıları nihayet açıklanınca ortaya çıkan manzaranın resmi kayıtlar üzerinden bile ne kadar ürkütücü olduğu anlaşıldı.(Acaba ürkütücü çok hafif kalır, korkunç mu demeliyim?)

Dünyada günlük vaka sayısında ikinci veya üçüncü sıraya oturmamızı neye borçluyuz acaba?

Evet, bütün sorumluluk bilim kuruluna aittir diye söylendi ve vatandaş suçlu ilan edildi. Mesele çok iyi anlaşıldı...

Kapanma işi için ise, "Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur" özdeyişinden öte bir yenilik yok ortada. Çünkü ekonomi berbat. Merkez Bankası malum.

Böyle durumlarda mucize yönetimlerden değil vatandaştan beklenir!

Parasını alamadığı için fabrika önünde çadır kuran işçiye, SMA' lı çocuğu için ilacını alamayan anneye, yürümek isteyen madenciye, sendikalı olduğu için kovulan işçiye olur olan...

Böyle günlerde dayanışma da çok önemlidir nitekim.

Millet hazır televizyon önüne geçmişken gereken mesajlar verilmelidir.

Duyunuz ki ülkede küçük bir azınlık durumdan istifade, kargaşa çıkartmaya eğilimlidir, yapılanları beğenmez, boş boş konuşur. Onlara da gereği yapılır.

Geceler uzundur, şimdi uyku vaktidir.