İstanbul seçimlerinin Büyükşehir Başkanlığı ayağının "oylar çalındı" iddiasıyla iptalinden sonra gözler YSK'nın açıklayacağı gerekçeli karara çevrilmişti. YSK'nın yayımladığı 250 sayfalık gerekçeli raporda oyların çalındığına dair hiçbir ibare yer almadı, kanıt gösterilmedi. "Bir şeyler nasıl olmuşsa olmuş" demenin ötesine geçmeyen nesnellikten, inandırıcılıktan uzak bir açıklama! Hukuk sisteminin geldiği hali bir kez daha gösteren hazin bir nokta!

Yandaş gazeteler bu raporu "işte 7 üyenin 212 sayfalık gerekçesi" diye sundular. Oysa raporun önemli bir bölümü AKP'nin sunduğu itiraz dilekçesinde yer alan, okuyanın kafasını karıştırıp yanlış yoruma yol açan detaylarla doluydu. Bunların 7 üyenin aldığı iptal kararı ile hukuksal bir bütünlüğü yoktu. Üstelik rapordaki kararı ifade eden sonuç bölümü 10 sayfayı geçmiyordu...

Raporun üzerinde çok konuşulduğu ve yazıldığı için burada bu konuya yeniden girmek istemiyorum. Ama gelinen noktada şunları gördük:

a) YSK itiraz dilekçesindeki iddiaları hukuksal bir süzgeçten geçirmemiş, muhalefet şerhi koyan 4 hakimin yazılan raporda 35 sayfa tutan hukuk dersini görmezlikten gelmişti.

b) Seçim sonuçlarına düşürülmek istenen gölge bir demokrasi ve hukuk ayıbına yol açmıştı. Bu durum demokratik dünyada bir süredir yaşanan itibar kaybının geldiği son aşamaydı. Ekonomiyi ve sosyal hayatın bütün dengelerini bozacak kadar olumsuz yansımaları olacaktı, nitekim oldu da.

c) Yapılan itirazların gerçek dışı olduğundan kimsenin şüphesi yoktu. Bunlara AKP saflarında hala siyaset yapan ve ona oy verenlerin bir bölümü de dahildi. Gelinen nokta asıl bu yönüyle itirazın gerçek nedenlerini sorgulamamızı gerektiriyordu. Partide liderlik tarafında yaşanan bir beka sorunu olduğu aşikardı.

Seçimin iptal edilmesini sağlayanlar bununla yetinmediler. 31 Mart öncesinin kutuplaştırıcı dili bu kez seçimin galibi Ekrem İmamoğlu'nu doğrudan hedef alarak devam ediyordu. Sözde terör yandaşlığı saldırısına bir de pontusçuluk suçlaması eklendi. Komik sayılacak yakıştırmalar, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı bir siyasetin düzeysiz araçlarına dönüştü. TV programına çağrılan İmamoğlu'nun konuşması montajlandı vs. Bu kadarı da olmaz dedirtecek bir durum! Benzerleri siyasetimizde daha önceleri de yaşanmış belki, ama yeni kuşağın gözünde anlamakta zorluk çekeceği şeyler bunlar...

Yapılanlar ne yazık ki siyasetçilerin ifadeleri ile sınırlı kalmaz böyle durumlarda. Bazı yöneticiler, savcılar bu dilin tesiriyle kendilerini seçen iktidara bağlılıklarını kanıtlamak üzere, kazanımlarını sağlama almak için hukuku hiçe sayarak hünerlerini gösterirler. Şarkıcı Alpay'ın konserinden sonra yaşananlar, Ordu mitinginde ve sonrasında Valilikçe miting için yapılan ikazlar ve sonrasındaki yasaklar son örnekleri.

YSK başkanından bugün duyduğumuz açıklama ise beklenildiği gibiydi aslına bakarsanız. Bayram içinde Şişli İlçe seçim kurulu başkanının itiraz dilekçesine verilen cevap sayesinde öğrendik ki İstanbul'da mevcut seçim kurullarıyla seçime devam demiş YSK. Oysa iptal gerekçesinde aynı YSK, 754 sandık kurulu başkanının yasal zorunluğa uyulmaksızın kamu görevlisi olmayan kişiler arasından belirlendiğini söyleyerek (tam olmasa da) kanuna aykırılık oluştuğuna dikkati çekmişti. Seçimin neticesine etki ettiği idda edilen seçim kurulları ile 23 Haziran seçimlerine de gideceğiz demek ne anlama geliyor pekiyi?

Bir sürü ciddi eleştiri yapıldı bunlar için. Hatta AKP bu karara itiraz etti. CB Erdoğan (artık yandaş basın sadece Başkan Erdoğan diyor) bile "yanlış anlaşılma var, bu mesele burada bitmez" dedi ve HSK'yı işaret etti, hatırlayın.

Oysa yapılması gereken YSK'nın bu tepkilere doğru dürüst bir yanıt vermesiydi. Araya uzun bayram tatili girince ne yapılır diye düşünmeye zamanları kaldı ve bunu kullandılar.

Bugün Sadi Güven'in açıklamasından öğrendik ki kulislerden sızan bilgiler doğruymuş, (ve Başkan da demişti zaten) YSK itiraz edilecek seçim kurulları hakimleri için topu HSK'ya atmaya karar vermiş... HSK bu hakimler hakkında son kararı verecek tek makam, ama kendisine bir başvuru olmayınca beklemişler! Nitekim daha 1 hafta önce 3722 hakim ve savcının yerini değiştirirken (tam o sıralarda yargı için stratejik reformun konuşulduğunu anımsayın) bu hakimlerin durumu pas geçilmişti...

Anlaşılıyor ki, HSK ile YSK arasında bazı hassasiyetler konusunda sorunlar var! Zaten Reis de bundan şikayetçi...

Sonuç olarak bayram tatili bitiminde şu itiraz edilecek hakimler konusu yeni bir karara bağlanacak gibi gözüküyor. Seçimlere 2 haftadan az bir süre kalmış, bu ne iş diyeceksiniz? İnsanların aklına kötü şeyler getirecek gelişmeler mi diye soruyor bazıları!

Hukuk sistemini bu hale soktuktan sonra bana hiçbir karar ve uygulama şaşırtıcı gelmiyor. Yapılanları normal görüyorum anlamında söylemiyorum bunu, yanlış anlamayın. Demokrasinin olmazsa olmazı seçim güvenliğini, adil bir seçme, seçilme hakkı esasını böylesine yok ettikten sonra yaşananlar şudur aslında: Geçen gün Fatih Portakal'ın dediği gibi, düğmeyi yanlış yerden başlayarak iliklersen aşağıya kadar yanlış gider! Yapılması gereken bu yanlış iliklemeyi baştan fark edip "böyle olmaz" demek. Yine kandırırız, yine kazanırız diyenler yanılacaklar. Çünkü gömlek gerçekten baştan yanlış iliklendi ve bunu herkes görüyor.

Artık bir dönemin sonuna yaklaşıyoruz sanırım. En kötü günleri geride bıraktık bana göre. "Bu daha başlangıç, kötüsüne hazırlanın" diyenlerden değilim. Bunu özellikle söylüyorum, basit bir iyimserlikle değil. Siyasi olarak ciddi hatalar yapmazsak aslında yaşadığımız tablo olumlu yönü işaret ediyor. Evet, şu da bir gerçek: Bireysel farkındalık ile güçlü bir toplumsal irade arasında bir uçurum var hala. Bunu da siyaset yapmadaki beceri noksanlığına, fikirsel plandaki dağınıklığımıza, baskı ve tehdidin yarattığı olumsuz atmosfere bağlıyorum. Ama işte değişiyor bu da, uçurum giderek kapanıyor. Bundan sonra hep ileriye bakıp daha neleri başarmalıyız, eksik kalanları nasıl tamamlamalıyız demenin zamanı. Demokrasi ve hukuk çizgisindeki her türden görüşü kucaklayan, özgür ve adil bir hayat isteyenlerle yürümek için, umutlu olmaya ve kararlı davranmaya mecburuz.