5 Haziran günü Demokrat Haber’de bir haber yayınlandı. Haberin başlığı şöyleydi; “IŞİD saldırısında bacaklarını kaybeden Lisa Çalan: Devlet, basit bir sandalye ile evinde otur diyor”

Haberde, 5 Haziran 2015'te, Diyarbakır'daki HDP mitinginde düzenlenen, 5 kişinin yaşamını yitirdiği ve IŞİD'in üstlendiği saldırıda bacaklarını kaybeden Lisa Çalan’ın hukuki ve hayata tutunma mücadelesi anlatılıyor. Bildiğimizden değil, okuduğumuzdan anlıyoruz ki çok zor günler geçirmiş ve hala geçiriyor.

Belki bilinç ve dayanışma onun en büyük avantajı. Hakkını hukukunu arayabilme bilinci, dayanışmanın her zaman dert çözer güzelliği sayesinde bir nebze hayata meydan okuyor. Hikâyesi umut hikayesidir, kalbimiz onunla.

Değerli okur, size Türkan’ı anlatacağım.

Türkan 1980 doğumludur. Balıkesir’in merkeze bağlı köylerinin birinde yaşardı. Babası üç beş hayvanla ve bir karış toprakla açlık, tokluk arasında ailesine bakardı. Bir askerlik için çıktı Balıkesir dışına bir de İzmir’e gitmişliği vardı. Yokluktan değil, bilememekten daha çok. Erkek çocukları oldu, kız çocukları oldu, bir de hepsinden çok sevdiği Türkan. “Gözleri çok güzeldir benim kızımın, güzel gözlü kızım Türkan” diye severdi kızını.

Türkan Şoray’a duyduğu hürmetten gelir, kızına Türkan ismini koyması. Yalan yok önce Seldam diyesi geldi. Seldam desin herkes, kimse incitmesin, herkes merhamet ile kızının adını ansın. Anası dediydi; Seldam diye isim mi olur? Olmadı. Türkan oldu.

1995 yılında ilk görücü geldi. Sonrası ardı ardına. Amcasının askerden yeni gelmiş oğlu, köyün dulu, komşu köyün öğretmeni, şehirli iki ev sahibi orta yaşı çoktan geçmiş esnaf, kimler kimler istemedi ki Türkan’ı.

Türkan hiçbirini istemedi. Türkan istemedikçe, babasına bir korku çöktü. Omuzları düştü. Bir derdi mi var kızımın acep? Bir Allaha açtı derdini, bir de çocuklarının anasına…

Türkan’ın hayallerini ise fabrika süslerdi. Çalışacaktı Türkan. Hem de fabrikada. Hem de sigortalı. Memur gibi.

Türkan 18 yaşına geldiğinde, başladı atölyelerde çalışmaya. Atölyeler zor, atölyeler bir canavar gibi emer terini, zamanını, kanını işçinin, karın tokluğuna.

Oysa fabrika öylemi? Servisi olur, yemekhanesi olur, sigortası tam yatar, banka hesabın olur. Ay sonu dedin mi maaş ödenir. Temiz iş anlayacağınız. Fakat fabrikaya girmek kolay mı? Tanıdık lazım, meslek lazım, lazım da lazımdı…

Fabrikaya girmek. Asgari ücrete çalışmak. Gelinlik umudu gibi büyülü…

Atölyeler insan kanı üstenden karını sağlar. Gece gündüz çalıştırır işçiyi. Öyle bir fazla mesai zamanıydı. Uyku gözlerinden damlıyordu Türkan’nın… Kaç defa yüzünü yıkadı, o bile fayda etmedi…

İki kolu.

Birden.

Bir anda.

Makinaya…

Her şey birden oldu. Bayılmıştı. Çok zaman sonra anladı dirsekten öte yoktu.

Güzel gözleri vardı Türkan’ın. O gözler çok gözyaşı döktü. Gözyaşları kurudu da ömrünce sonra hiç ağlamadı, derler onun için.

Çaresizlik, bilgisizlik ve yalnızlık.

Dalavere ile, tehdit ile, susturuldu Türkan. Üç beş kuruşla evine gönderdi onu patron. Korktu yaşlı babası, korktu Türkan. Sahipsizlik ne acı bir şey.

Devlet yoktu, arkası yoktu, atası, akrabası yoktu. Bir yol tarif edecek yoktu. Oturdu evinde bir süre. Sonra bir meşgale buldu kendine. Şehirden aldığı üst başları köydeki kadınlara sattı.

Türkan insan olmakla kamil olmuş haklarını düşündü. İnsan doğan insanın tabi hakları olmalı.

Sonra çalışma hukuku üstüne kafa yordu. İş hukuku uzmanı koca profesörlere taş çıkaracak sorular sordu kendi kendine…

Avukat lazımdı. Avukat mühim bir şeydir. Köylük yerde gördükleri en mühim okumuş adam öğretmen ile imamdı. Ötesi yoktu.

Balıkesir’de bir kadın yaşar. Kuaför Yıldız lakaplı. Türkiye Cumhuriyetinin tüm kadın dernekleri, morundan, kızılına, turuncusundan, beyazına su dökemez eline. Tek başına bir örgüt derler ya hani, işte o kuaför Yıldız’dır. Nerede bir mazlum, nerede bir garip kadın varsa ona giderdi. Kuaför Yıldız kadınların hem saçlarını yapar güzelce hem de derdine derman olmaya çalışırdı.

O anlatmıştı, güzel gözlü Türkan’ın hikayesini…

Sonrasını anlatmayacağım. Türkan’ın hikayesi buraya kadar.

Aslında her beldeye bir emin adam/kadın gerekli. Her mahalleye, her köye hatta. O zaman hayat daha baş edilir bir şey olurdu. Devlet önemli bir mekanizmadır. Ben şahsen devlete inanan biriyim. Elzem bir şeydir devlet. Ne anarşistler gibi, ne nihayetinde Engels’in devletin sönmesi fikri gibi, ne de şimdiki ve kapitalist devletler gibi adaletini yitirmiş mafya organizasyonuna dönmüş devlet kavramına inanıyorum. Muhtarından, reisi cumhuruna dek adalet ile ikame olmuş küçük ama işlevsel bir devlete inanıyorum. Örnek vermek gerekirse günümüzde İsveç iyi bir örnek.

Peki ya sivil sosyal kurumlar ve partiler. Onlar çok mühim şeyler. Zaten bir yerde adalet yoksa, mutlak birileri adalet diye çıkar ortaya. İşte o birileri genelde solcular olsa da, maalesef sosyal dayanışma konusunda başarılı değiller. İslamcılar bu işi yakın tarihte dünya ölçeğinde daha başarılı yürüttü. Misal Lübnan Hizbullah’ının yerel yönetimlerdeki başarısı sosyal dayanışma ağlarından gelir. Refah Partisi’nin yükselme gerekçesi yine bu ağlardır. AKP gibi bir iktidarı bile bugün ayakta tutan şeylerden biri de, “çalıyor ama biraz da veriyor inancı”…

Türkiye’de sosyal dayanışma ağlarının bazı defansları vardır. Birincisi çok politikler. Politika her şeyin önüne geçiyor. Amaç ve araç karışıyor.

İkincisi “Kendine Müslüman” fikri çok baskın. Bizden mi? Bize yakın mı? Bizden olma ihtimali var mı?

Üçüncüsü yaratıcı organizasyonlar yok. Düşünün “patronlarınensesindeyiz” gibi bir organizasyon daha kısa bir zaman önce kuruldu. 2000’li yıllardan beri bu tartışılıyor. Tartışanlar hala tartışa dursun, birileri çıktı ve yaptı.

Başka bir örnek Sosyal Haklar Derneği. Fikri çok sağlam olsa da, adamlar tipik ortalama bir halkevi çalışmasına dönüştürdüler işleri. Yaz kursu, çocuklara boyama kursu, gitar öğretelim kursu. Bu mu yani amaç?

Solculardan, İslamcılardan ve dahi diğerlerinden pek farklı orijinal bir şey çıkmıyor.

Hayatın ihtiyacı bu değil.

Dünya iyi insanların suyu hürmetine dönüyor. Bunlar Don Kişot’tur ve hayatın ihtiyaçlarından beslenmektedirler. Tarih unutmasın diye bir örnek veriyorum. Kot taşlama işçilerine gönül veren adamlar gibi, Balıkesirli Kuaför Yıldız gibi, örneklerin çoğalması ve bu örneklerin yollarının kesişmesi dileğiyle.