Okuyayım diye aklımın köşesine yazdığım bir kitabı, ne yazık ki yazarı gözaltındayken bitirdim. ‘Ben Bir Taşım’ın (Evrensel Basım Yayın) yazarı Müge Tuzcuoğlu iki gün evvel KCK operasyonu kapsamında tutuklandı. Malum gizlilik kararı yüzünden avukatı Erhan Ürküt, BDP Siyaset Akademisi’nde verdiği dersin ve Sarmaşık Derneği’ndeki yöneticiliğinin delil olarak kullanıldığını biliyor sadece. Ürküt, açlık sınırındaki Kürt ailelere yardım eden bu derneğin illegalleştirilmeye çalışıldığını, oysa her tür kaydının devlet tarafından denetlendiğini ısrarla söylüyor telefonda.
Antropoloji eğitiminden sonra 2002-2007 yıllarında Evrensel gazetesinde çalışan Tuzcuoğlu, kitaba yazdığı biyografisinde, Uğur Kaymaz’ın öldürülmesinden sonra gazetecilik yapmanın anlamı kalmadığından söz ediyor. Artvin Hopalı bu genç kadın, 2008’de Diyarbakır’a tek yön otobüs bileti alıyor sonra.
Bir yıl boyunca çocuklarla konuşuyor. Bir gazeteci, bir antropolog, en çok da karşısındakini hakikaten anlamak isteyen bir insanın sorularıyla 13 çocuğa hikâyelerini anlattırıyor. Hepsi 90’larda doğmuş. Öyle tarifi en kolayı ya, çoğu ‘taş atan çocuklar’. 

di’li geçmiş zamanlar
Çocuklar o kadar billur anlatıyorlar ki... Önlük rüyası ümidiyle uykuya yatışlarını, hem okuyup hem çalışmanın müşkülatını, etraflarında öldürülenleri, birden ‘gidenleri’, haber bekleyişlerini... Kiminin çok ağır cezaevi hatıraları var. Çıkınca üç kat daha büyümüşler. Düğünleri, ağlayan kadınlarla hatırlıyorlar. Kanla, her tür kayıpla ve ölümle o kadar erkenden tanışmışlar ki... “Bütün bunları ben mi yaşamışım” diyor biri, “Kendimi 30 yaşında hissediyorum” diyor öteki.
Yakalanırlarsa başlarına fena şeyler geleceğini biliyorlar. Karşılarında her tür silahıyla bir polis ordusu ve dahi devasa panzerler var. Yalnızlar. İşte o havaya kalkan kolu anlamak gerekiyor, atılan taşın aslında ne olduğunu...
Bu kitapta konuşan çocuklarda şöyle bir ortak nokta var. Mesela onlar daha bir-iki yaşındayken köylerinin yakılışını di’li geçmiş zamanla, hatırlar gibi anlatıyorlar. Askerler şöyle geldi, amcamı şöyle öldürdüler, babam şunu dedi... Kısacık ömürlerinde, göçle tüm bunlara eklenen kesif yoksulluk hikâyeleri var bir de. İşte hepsinin toplamıyla o panzerlerin karşısındalar. Taşı değil, kendilerini atıyorlar. 

Bir cezaevi mektubu
Anlatan çocuğunkini değil ama cezaevinden iki arkadaşının ismini biliyoruz. Biri, Mustafa Malçok, 15 Şubat 2010’da Dicle kıyısında kendi bedenini yakmış. Diğeri, Mazlum Erenci, cezaevinden dağa çıkmış. O da aynı yıl bir çatışmada yaralanınca el bombasını üzerinde patlatmış. Böyle çok yakın üç arkadaş...
Bu çocukların yaptıklarını onaylamayabilirsiniz, ama çocukların böyle hayatları olmasın istiyorsanız onları anlamak mecburiyetindesiniz. Bu çok mu zor?
Bu vesileyle bir sızıyı daha paylaşmak isterim. 2008’de, bu tabirin yeni yakıştırıldığı dönemde, o zamanki DTP’nin Kadın Meclisi’nden dört kadınla buluşup “Kim bu taş atan çocuklar?” diye konuşmuştuk. Radikal’in arşivinde durur; onlar gösterilere katılırken anneleri ne der, söylendiği gibi bu çocuklar bilhassa mı ortaya salınır, ne oyunu oynarlar, hepsini sormuştum. Gazeteciler Cemiyeti, bunu o yılın en iyi söyleşisi seçmişti. Geçenlerde o kadınlardan biri olan Nihayet Taşdemir’den mektup aldım, cezaevinden. “Size ödül verdiler, bize sorguda o söyleşiyi de sordular” diyor. Ben utanmayayım da ne yapayım?
Son dalgada tutuklanan 21 kişi arasında Müge Tuzcuoğlu dışında, Pozantı Cezaevi’ndeki tecavüz skandalını haberleştiren DİHA muhabiri Özlem Ağuş da var. Şu anda belki iki-üç yaşında olup da 10 yaşına geldiğinde hatırlamadığı KCK tutuklamalarını di’li geçmiş zamanla, yaşamış gibi anlatacak öfkeli bir çocuk kuşağı yolda. Bunu görmek bu kadar zor mu?