Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken, depremzedeler saray gibi çadırlarda yaşayıp da bakanları içeri buyur etmez iken, ülkenin birinde tombul mu tombul bir bakan yaşarmış.

 

Bu bakanın ülkesinde insanlar mutluluk içinde yaşayıp gidiyorlarmış. Ama ülkenin çok önemli bir sorunu varmış. Şairinden yazarına, öğretmeninden öğrencisine kadar herkes bu sorun üzerinde konuşuyor, bu sorunun nasıl hallolacağını düşünüyorlarmış.

 

Bir gün padişah bakanı huzuruna çağırmış ve tiz zamanda bu sorunla ilgilenmesini buyurmuş. Bakan da derhal hazırlıklara başlamış ve sorunu çözmek üzere yola koyulmuş. Yalnız çok önemli bir sorun varmış. Herkesin “Var” dediği bu sorunu bakan göremiyormuş.

 

Önce ülkenin en yüksek tepesine çıkmış. Ülkenin en ortasında ve ülkenin tamamının göründüğü bir tepeymiş burası. Bakan elini gözüne siper etmiş ve ülkeyi doğudan batıya kuzeyden güneye uzun uzun süzmüş. Lakin ne fayda! Ülke güllük gülistanlıkmış ve oradan bakınca hiçbir sorun görünmüyormuş. Aramış aramış ama hiçbir sorun görmemiş bakan.

 

Gidip durumu padişaha anlatmaya karar vermiş. Fakat bir an için bu kararın kötü olacağını, belki de bu yüzden kellesini kaybedeceğini düşünmüş ve padişaha söylemekten vazgeçmiş. En iyisinin bu sorunu çözmek için yollara koyulmak ve ülkeyi baştan başa yürüyerek belki bir şeyler bulmak olduğuna karar vermiş.

 

Bakan az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş dediysem, yanlış anlaşılmasın, bu derelerde tepelerde yıllarca ülkenin vatandaşlarının haksız yere öldürülmüş olmasından dolayı derelere tepelere ana avrat düz gitmiş. Sırf onların yüzünden sıcak yatağını bırakmış da ne idüğü belirsiz bir sorunun peşine düşmüş şimdi.

 

Bakan bir süre gittikten sonra yorgun düşmüş ve dinlenmeye karar vermiş. Uzaktan ışıkları görünen bir köye misafir olmuş. Bu yolculuğunda kimseler onu tanımasın diye her ne kadar kılık değiştirmişse de kurnaz bir köylü onu tanımış ve onu gördüğüne çok sevindiğini söylemiş. Bakan tehlikenin farkına varmış ve durumu bir an önce kurtarmak için bir çare düşünmeye başlamış ve aklına hemen bir çare gelmiş. “Madem ben bakanım ve madem sen de beni gördüğüne sevindin, kanıtla o halde, hemen burada takla at” demiş köylüye. Köylü çaresiz takla atmaya başlamış. Bakan bakmış olacak gibi değil “Taklayla olmaz, bir de göbek atmalısın” demiş ve davul zurna çağırmış. Köylüler şaşkın şaşkın bu durumu izlemeye başlamışlar. Davul zurna çalmaya ve o köylü de oynamaya başlamış. Bakan hızını alamamış, diğer köylülere dönmüş ve “Siz niye izliyorsunuz, siz de oynayın, madem ben bakanım herkes oynayacak” demiş. Diğer köylüler de mecbur ayak uydurmuşlar davul zurnaya ve oynamaya başlamışlar. Aradan biraz zaman geçince köylüler davul zurnanın coşkusuna kapılıp ne için oynadıklarını unutmuşlar. Bakan da fırsat bu fırsat hemen o köyden uzaklaşmış.

 

Bakan herkesin “Var” dediği ama kendisinin bir türlü göremediği sorunu görmek için yoluna devam etmiş. Bir süre yürüdükten sonra bir köy daha çıkmış karşısına. Köyün orta yerinde büyük bir ateş yanıyor ve etrafında köylüler rengarenk giysileri içinde mutlulukla halay çekiyorlarmış. Bakanın ömrü hayatı boyunca siyah ve beyaz dışında sevdiği başka da renk yokmuş. Köylülerin renkli giysilerini ve coşkulu halaylarını görünce sinirlenmiş ve köylülere bağırarak herkesin susmasını istemiş. Köylüler şaşkınlık içinde kendilerine bağıran bu tombul adama bakmışlar. Bakan “Ne oluyor burada” diye bağırmış. Köylülerden biri “Bahar yaklaştı, biz de köyü toplayıp bunu kutlayalım istedik” demiş. Bakan daha çok sinirlenmiş ve “Ne demek bahar yaklaştı? Bahar, baharda kutlanır. Baharın bahar dışında kutlanması olacak şey mi?” demiş ve tüm köylüleri kılıçtan geçirmiş. Bununla da yetinmeyen bakan köyü de ateşe vermiş ve yoluna devam etmiş.

 

Bir süre gittikten sonra bu sefer atlı biri çıkmış karşısına bakanın. Bakan bu silahlı ve heybetli atlıdan çok korkmuş. Atlı, “Uzaktaki köyden dumanlar çıkıyor, köy yanıyor galiba, nedir bu yangının sebebi?” diye sormuş bakana. Bakan “Yangın, ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya benzinle çıkar. Netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor” demiş atlıya. Atlının kafası karışmış, bakanın ne demek istediğini bir türlü anlayamamış. Bakan da fırsat bu fırsat hemen oradan uzaklaşmış.

 

Bakan böylece bütün ülkeyi günlerce dolaştıktan sonra çok yorgun düşmüş ve saraya geri dönmeye karar vermiş. Ama sorunu halletmezse kellesinin gideceğini de bildiği için bir çare düşünmeye başlamış ve o an aklına cin gibi bir fikir gelmiş.

 

Bakan saraya geldiğinde padişah bakanı beklemekteymiş ve onu hemen huzuruna çağırmış. Bakan korku ve heyecan içinde başından geçen her şeyi anlatmış padişaha. “Padişahım, bütün ülkeyi gezdim, aradım taradım ama bir sorun göremedim. İşte o zaman bu olmayan sorunu nasıl çözeceğimizi de anladım. Resim yapan ressamı, şiir yazan şairi, kitap yazan yazarı, ders veren öğretmeni, okula giden öğrenciyi, bu olmayan sorunu varmış gibi gösteren herkesi zindana atarsak bir daha bu sorun konuşulmaz, o zaman hepimiz mutluluk içinde yaşarız” demiş.

 

Padişah cin gibi bakanının sözlerinden fevkalade hoşnut olmuş. Bakanını kese kese altınlarla ödüllendirmiş. Ülkede sorun var diyen herkesin zindana attırılması için emir vermiş. Sonra da bakanıyla karşılıklı takla atmaya ve mutluluk içinde yaşamaya devam etmişler.

 

Gökten 3 biber gazı düşmüş. Ama üçü de zararsızmış.