Ünlü felsefeci Hegel “çağımız bir doğuş ve yeni bir döneme geçiş çağıdır” derken Avrupa’da19.yy’ da yaşanan değişimleri abartmıyordu. Hegel’in gözlemleri onu Avrupa’nın bir değişimin eşiğinde olduğu sonucuna götürüyordu.

 

Nitekim ünlü filozof yanılmadı. 1831’de kolera salgınından hayata veda ettiğinde öngörülerinin gerçekleşmesine çok az zaman kalmıştı. 1838’de Avrupa’da liberal demokrasiler güç kazanacak, 1848’de Fransa’da cumhuriyet ilan edilerek mutlak krallıkların sonu gelecekti.

 

Aynı zamanda bu süreç Almanya ve İtalya’nın siyasi birliklerini kurmalarına yol açarak Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli nedenini oluşturacaktı. Savaş sonrası kurulan uluslararası sistem ise Hegel’in yeni bir dönem diye tanımladığı çağın başlangıcı oluyordu.

 

1800’lerde Hegel’in Avrupa için söylediklerini genelde bugünün dünyası özel de ise Ortadoğu için söylersek abartmış sayılmayız.

 

Bugün dünyada kurulacak yeni bir uluslararası sistemin başlangıcındayız. Mevcut uluslararası sistem gelişen yeni aktörlerin dinamikleri karşısında zayıflıyor. Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı sonunda Fransa ve İngiltere merkezli uluslararası sistem ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki belirleyici rolü nedeniyle bu ülkeye kaydı.

 

Uluslararası güç dengelerinin ABD lehine şekillenmesinde Sovyetlerin yayılmacı ideolojik ve askeri hedeflerine direnç göstermekte kendini zayıf bulan Avrupa ülkelerinin kaygıları etkili olmuştu.

 

Bu durum Avrupa’yı ABD’ye bağımlılaştırdı. Çevre ülkeler ise ABD ile SSCB arasındaki güç mücadelesinden kazanım çabasına girdiler. Halka dayanmayan iktidarlar kah ABD emperyalizmine yaslanarak kah Sovyetlerin ideolojik tahakkümüne dayanarak varlıklarını sürdürdüler.

 

Böylece Soğuk Savaş döneminin çılgın diplomasi savaşları, akıl almaz istihbarat oyunlarının yarattığı güç mücadelesi uluslararası siyaseti biçimlendirdi. ABD-SSCB çekişmesi denge siyasetinden başka kurgulayacak hiçbir politikası ve rolü olmayan ülkelere hayat vererek birçok diktatörün iktidarını sürdürmesini sağladı.

 

Türkiye ve Yunanistan’ın Sovyetlere karşı ekonomik yardımlarla(Marshall yardımı) desteklenmesi, Afganistan’da “Yeşil Kuşak”projesi, Suriye’de Hafız Esad’ın, Irak’ta Saddam Hüseyin’in iktidarı bu Soğuk Savaş döneminin ürünleriydi.

 

1989 Berlin Duvar’ının yıkılması, SSCB’nin dağılması ABD için kesin zafer oldu. Amerika bu zaferin verdiği cesaretle bugün askeri gücünü Irak ve Afganistan’da siyasal ve ekonomik çıkarlarının öznesi olarak kullanmaktan çekinmiyor.

 

Ama her imparatorluğun da tarihte görüldüğü üzere bir sonu var. Amerika bugün askeri bakımdan çok güçlü olabilir. Ama Amerikan ekonomisi son krizden de görüldüğü gibi ciddi sorunlarla boğuşuyor. Amerikan maliyesi savaş ekonomisinin yarattığı dengesizlikle sarsılıyor.

 

Hızla büyüyen ekonomileriyle Çin ve Hindistan Amerikan rüyasını tehdit ediyor. ABD’nin sürekli olarak Çin’i parasının değerini düşürmeye zorlaması, Çin mallarına kotalar koyması anlamsız değildir.

 

Bunun yanında ABD’nin siyasal olarak ta giderek yalnızlaştığı görülüyor. Irak savaşı sırasında tüm ülkelerde Amerikan politikalarına karşı sert gösterilerin düzenlenmesi, Amerikan Devletleri Örgütü’nden Meksika, Brezilya ve Şili’nin ayrılması yalnızlaşan ABD’nin ilk işaretleri olarak görülebilir.

 

Öte yandan “her zaman potansiyel bir güç” olarak tanımlanan AB de ekonomik ve siyasal sorunlarla boğuşuyor. Sosyal güvenlik şemsiyesinin Avrupa vatandaşları için koruyucu olduğu dönemler geride kalıyor yani.

 

Artan işsizlik, ortak para biriminde istenilen sonuçlara ulaşamama, yaşlı nüfus oranı giderek sorun yaratıyor. Buna AB ülkelerinde ortak dış politik kararların alınamayışı bölgesel sorunlarda azalan AB faktörü eklendiğinde önümüzdeki süreçte AB’nin de belirleyici olmaktan çıkacağını söyleyebiliriz.

 

Ama kimse bundan AB değerlerinin önemini yitirdiği anlamı çıkarmamalı. AB değerlerinin giderek dünyada değer kazandığı bir süreci yaşıyoruz aslında. Belirtmek istediğimiz politik ve siyasal bir güç olarak AB ve ABD etkinliğinin dünyada giderek zayıflamaya başladığıdır.

 

Yani güneş doğudan yükseliyor. Hegel’in dediği gibi yeni bir döneme geçişin arifesindeyiz. Evet, Hegel haklı çıktığı gibi, İngiltere ile Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girdikleri gece Londra’daki kamu binalarına bakarak mırıldanan Edward Grey de haklı çıkıyor: “Tüm Avrupa’da lambalar sönüyor”…