İnsan doğası gereği ancak toplum içinde yaşayabilir. Yunanlı filozof Aristoteles, toplum dışında yaşayabilen kişilerin ya ''Tanrı'' ya da ''ucube'' olmaları gerektiğini belirtmiştir. Toplum içinde yaşamak demek, herkesi bağlayan, bir arada yaşamayı mümkün kılan ortak kuralları ve ortak karar alma mekanizmalarını gerekli kılar. İşte siyaset en geniş anlamıyla bu ortak kurallar ve karar alma kanallarıyla ilgilenen sosyal bilim dalıdır. Nelerin topluma ait sayılacakları ya da toplumun sınırlarının ne olacağı, kimlerin nasıl yönetici olabilecekleri, yöneticilerin yönetilenlerle ilişkilerinin nasıl düzenleneceği bu kuralların başında gelir.

Toplumsal yaşam sürdükçe hayatın devamını mümkün kılan ortak kurallar ve ortak sorunlar hakkında karar alma süreci de olacaktır. Bu nedenle siyasetsiz bir toplumsal hayat düşünebilmek mümkün değildir. Siyaset bir kez olup biten bir durumdan ziyade bir süreçtir. Ortak kuralları bir kez koyduktan sonra süreç sona ermez. Bu kuralları değişen siyasal güç dengeleri ve toplumsal şartlara uygun bir biçimde değiştirmek gerekebilir. Kolektif karar alma süreci de aynı şekilde toplum varlığını devam ettirdikçe var olacaktır.

Konumuz gereği yazımızın bu bölümünde iktidar kavramı üzerinde durmak gerekiyor. İktidar kavramı, iktidara sahip olan ve iktidara tabi olan arasındaki bir ilişkiyi belirtir. Basit bir örnekle; Bir kişi bir başkasına normalde yapmayacağı bir şeyi yaptırabiliyorsa o kişi diğeri üzerinde iktidara sahiptir. İktidar, bir kimsenin kendi istediğini bu talebe dönük olarak muhalefetin varlığına rağmen yaptırabilme gücünü ifade eder. Yani iktidar ilişkilerinin özünde zor kullanma tehdidi yatar. Bir kişi gerçekte istemediği bir eylemi, eylemi yapmasını isteyen kişiyi çok sevdiği için ya da kendisi de bu eylemden fayda sağlayacağına inandığı için yapabilir. Ancak çoğu zaman iktidar ilişkilerinde karşılıklılık ya da sevgi veya saygı yerine zor kullanma tehdidinin öne çıktığını görürüz.

Her iktidar kendisini meşru göstermek zorundadır. Bir eylemin ya da durumun meşru olması demek onun diğerleri tarafından normal, akla ya da geleneklere uygun, ahlaken kabul edilebilir olarak görülmesi anlamına gelir. Meşruiyet, arayışı yapılan eylemin veya uyulması istenen kuralın keyfi olmadığını, eylemi yapanın iradesinden bağımsız bir dayanağı olduğunu dile getirir.

Meşrulaştırmak demek, iktidara itaat etmeyi normal, olağan, olması gereken bir eylem olarak gösterebilmek demektir. Bir iktidar kendisini ne kadar meşrulaştırırsa o kadar az zor kullanır. Bir iktidarın meşruiyeti ne kadar az ise o kadar çok zor kullanmaya başvurmak zorunda kalacaktır.

Siyaset konusundaki bu genel doğrular ışığında, içinde yaşadığımız toplumsal sistem ve 31 Mart'ta gerçekleşecek olan yerel seçimler hakkında bazı noktalara değinmek gerekir diye düşünüyorum.

İçinde yaşadığımız sistem, yönetici azınlığın olağanüstü zenginliği ve yönetilen çoğunluğun gittikçe artan yoksulluğu üzerine kurulmuş bir sömürü sistemidir. Eşitsizlik, adaletsizlik doğal olarak bu düzenin en belirleyici yanını teşkil etmektedir. Mevcut duruma karşı toplumsal direnişler devletin tüm yasal güçleriyle kırılmaya çalışılır. Bu koşullarda muhalif güçlerin seçim propagandası yapması neredeyse imkansızlaşmıştır.

Akp iktidarı 24 Haziran 2018 seçimleri ile elde ettiği tek adam iktidarını pekiştirmek ve egemenliğini deyim yerindeyse kadir-i mutlak yapmak için 31 Mart yerel seçimlerine devletin tüm olanaklarını da kullanarak muhaliflerini saf dışı etmeye, yok saymaya çalışmaktadır. Bırakın demokratik normları en sıradan liberal kurallar bile hiçe sayılmıştır. Ancak AKP iktidarı toplumun yarısının tüm baskılara karşı olduğunun da farkındadır. Zaten o yüzden MHP ile yapmış olduğu ittifakın kifayetsiz olduğu bilinciyle kendine yeni ittifaklar aramaktadır. Bunu ne kadar başarır, iki aylık süreçte göreceğiz.

Akp iktidarına ''karşı'' oluştuğu görülen CHP, İYİ Parti ve Saadet ittifakından AKP'nin çekindiğini söylemek pek mümkün gözükmüyor. Esas olarak HDP'nin varlığı AKP için en büyük tedirginlik kaynağıdır. AKP bu yüzden HDP'ye sürekli saldırmakta, onu saf dışı etmek için CHP ve İYİ Partinin (en belirgin olarak değerlendirebileceğimiz) anti demokratik yanlarıyla uyumlu, milliyetçi, tekçi politikaya ağırlık vermektedir. AKP olası bir CHP HDP dayanışmasını bertaraf etmek için HDP ile en ufak yakınlaşmayı terör argümanı ile uyumlaştırmaktadır. Her ne kadar bu durum, gerek CHP, gerekse İYİ Parti'nin politik duruşlarıyla çelişmemekte ise de özellikle CHP bu konuda köşeye sıkışmış durumdadır. CHP yetkililerinin 'biz HDP ile kurumsal olarak görüşmüyoruz ama tabanından oy istiyoruz' demeleri buna en güzel örnektir. Kısacası bir kere daha görüyoruz ki, mesele özgürlükçü gerçek sol ve Kürtlerin hakları ise sistemin savunucusu tüm partilerin beraberliği onların bekası olmaktadır.

HDP'nin şeytanlaştırılarak sistem dışına çıkarılmak istendiği bilinen bir gerçek. O zaman ne yapmalı ?

HDP, her türlü saldırılara karşı kendi bağımsız, özgürlükçü politikasıyla, kendi adayları ile ortaya çıkmalıdır. Zaten bir siyasi parti olmanın gereği de bu değil mi? Ancak HDP güçlü olmadığı yerlerde AKP'nin gücünü geriletmek için demokrat, ilerici adayları desteklemekten geri durmamalıdır. Seçimler politik bilincin ve toplumsal duyarlılığın en yüksek olduğu dönemlerdir. Bu manada rejimin çizdiği sınırları aşan meşru eylemliliklerle toplumun kolektif talepleri gündemleştirilmelidir. HDP, her ne kadar %13 oy oranına sahipse de, toplumun %50'nin sempatisine sahip olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Bu anlamda, HDP'nin söylediği her doğru, sistem tarafından mağdur edilmiş milyonların gönlünde yankı bulacaktır.